Sabahtan beri yağan sağanak yağmur Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın akşam trafiğini kilitledi; arabaların tekerlekleri, zemini asfalt bu çamurlu nehrin içinde dur kalklarla ilerlemeye çalışıyor, sokak lambalarının ve farların sarı ışıklarıyla aydınlanan caddeden klakson sesleri yükseliyor. Beyaz bir Mercedes durmaksızın selektör yapıyor; sert hareketlerle ve sıklıkla şerit değiştirip trafikten küçük avantalar kaparak ilerlemenin derdinde; kimi zaman caddedeki klakson kakafonisine de katkıda bulunuyor. Mercedesin farları, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun etkisini bertaraf etmek için canhıraş çalışan sileceklerin hızına yetişmek üzere. Mercedes şerit değiştirirken motoru öyle bir homurdanıyor ki, geride bıraktığı araca tumturaklı bir küfür ettiği behemehal anlaşılıyor.

Mercedesin şöför koltuğunda, az önce kızının okulundan çıkan göz doktoru Caner Bey oturuyor. “Yürüsüne be adam!” Caner Bey art arda selektörleri çakıyor, kornaya basıyor, öndeki önce çok az hareket ediyor; ardından tamamen duruyor. Caner Bey dikiz aynasına bakıyor; kızı, başı önde gözleri kızarmış oturuyor. “Biz vicdan diye bir şey öğretememişiz sana demek!” Elif gözlerini bir an için yerden kaldırıyor, kendini anlatmanın derdiyle boğazındaki yumruya inat konuşmaya çalışıyor. “Ama baba, ben sadece şaka…” Sözü yarıda kalıyor; Caner Bey’in telefonu çalıyor; Caner Bey aramayı, arabanın ses sistemi üzerinden yanıtlıyor. “Efendim?”, “Caner, nerede kaldınız?”, “Trafik çok sıkışık, geliyoruz.”, “İnsan bir haber verir. N’olmuş, neden çağırmışlar?”, “Kızın, alt sınıflardan kekeme bir kızla dalga geçip duruyormuş; bir de tehdit etmiş kimseye deme bir şey diye. Çocuk da bunun korkusundan okula gelmemek için hasta numarası yapıyormuş. İşte annesi zorlayınca edince söylemiş; kadın da şikâyetçi olmuş haliyle.”, “Ne!”, “Neyse Suna, canım sıkkın zaten, eve gelince konuşuruz.” Caner Bey telefonu kapattı. Elif kızarmış gözlerini tekrar aşağı çeviriyor; trafik artık tamamen durdu, en ufak bir ilerleme yok. Caner Bey yine de selektör ve klakson ile şansını deniyor; nafile. Beyaz Mercedes olduğu yerde kalıyor; ısıtmanın da etkisiyle camlar tamamen buğulandı, bir tek ön camdan bir şeyler görünüyor. 2 dakika… 3 dakika… 5 dakika… Elif sıkılıyor, minik elleriyle arabanın buğulanmış camlarına bir şeyler çizmeye başlıyor.

Yolun üzerinde sarı yağmurluklu adamlar, ellerindeki pet şişeleri gösterip su satmaya çalışıyorlar. Balıkçı çizmeleri giymiş küçük bir çocuk, başında naylon poşet, elinde çekpas öndeki arabanın camlarını siliyor. İşi bitince arabanın camı açılıyor, bir el parayı uzatıyor; çocuk parayı alıyor; beyaz Mercedes’e doğru yürüyor.

Çocuk bağırıyor. “Sileyim mi Amca?” Caner Bey suratını ekşitip çocuğa eliyle defol çekiyor. Caner Bey’i dinlemiyor, dayıyor çekpası Mercedes’in ön camına; çekpas Mercedes’in hızla çalışan sileceklerine takılıp çocuğun elinden fırlıyor. Caner Bey hızla camı indiriyor, kafasını çıkartıp bağırıyor. “İstemez dedik ya! Yağmura bak, ne cam silmesi! Hadi, çekil.” Çocuk elinden fırlayıp giden çekpası alıyor, Caner Bey camı kapatıyor. Çocuk yine cama geliyor, bağırıyor. “Abi be, en azından para ver de ekmek alayım.” Eliyle yol ediyor Caner Bey: “Hadi, hadi!” Çocuk arkadaki araca doğru yollanıyor. Caner Bey dişlerinin arasından konuşuyor; “Piç kurusu!”

Elif arabanın buğusuna resim çizmeye devam ediyor; çocuk arkadaki arabaya yollanırken, minik parmakların çizdiği resimle aralanmış buğudan Elif’le çocuk bir an göz göze geliyorlar. Elif gözlerini kaçırıyor, çocuk sonraki arabaya doğru yollanıyor.

Caner Bey dikiz aynasından Elif’e bakıyor. “Şakaymış! İnsanların gururuyla oynamak şaka olmuş da haberimiz yok.” Trafik az da olsa ilerlemeye başlıyor. Beyaz Mercedes, selektör yapıp klaksona basarak Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’ndaki yolculuğuna devam ediyor.

Deniz Kıral

Resim: Ezgi Bilgin