5.Ocak.21
Edebiyat aleminde dostluklara [ama gerçek, samimi dostluklardan bahsediyoruz burada, fason olanlardan değil] neden nadir rastlandığı soruldukça, hep aklıma gelir Borges’in şu sözleri:
“Yazma işine girişip de bir başkasına dönüşmeyen, en azından kendi özellikleri ve gerçekliklerini abartmayan bir insan belki de yoktur.”
Bu alıntıdaki “belki de” lüzumsuzdur. Çiz üstünü öyle oku cümleyi.
Alçak gönüllü yazar ifadesi de, yukarıdaki cümlenin ağır gerçekliği yüzünden, oksimorondur. Alçak gönüllü yazar, “alçak gönüllüymüşüm gibi çek panpa” diyen yazardır olsa olsa.
6.Ocak.21
Bazen hiç olmadık yerde, hatta en olmadık yerde iki kişinin fısır fısır edebiyat konuştuğunu duyarım. Tuhaf bir sevinçle kulak misafiri olmaya çalışırım. Sanki gizli bir yeraltı örgütünün üyeleriyizdir, kimsenin anlamadığı gizli bir dil konuşuyoruzdur. O gizli dilde edilen, rahatsız etmemeye çalışarak kulak kabarttığım sohbetten kulağıma çalınan birkaç sözcük bile mutlu etmeye yeter beni.
7.Ocak.21
şiirin bana yaptığı, aşağı yukarı:
güneşin alnında oruç kafa
tezgâhta su satmak zorunda bırakmak;
inanmayanlara.
[Rıdvan Gecü, Şeyler Ligi, s. 35]
8.Ocak.21
Var bir hayalimiz: Sessizlik Kabinleri veya Odaları. İçine giren kimse –zinhar– konuşmayacak. Lüzumsuz sözden, kalabalık ve kimsenin birbirini dinlemediği sohbetlerden, tekrar tekrar aynı şeylerin anlatıldığı konuşmalardan yorulanların ruhlarını sessizlikle dinlendirebilecekleri bir vaha olacak Sessizlik Odaları. Bu odalarda yanyana ya da karşı karşıya oturulacak olsa bile kimse konuşmayacak, tek laf etmeyecek. Sherlock Holmes’un abisi Mycroft’un takıldığı Diyojen Kulübü gibi olacak Sessizlik Odaları.
21.Ocak.21
21. asrın 21. senesinin 21. gününde, saat 21:00’de 21 pare top atışı yapılarak…
22.Ocak.21
Nietzsche şöyle demiş, Putların Alacakaranlığı’nda:
“İçimizdeki en yiğitlerin bile, asıl bildiklerini açıklayacak cesareti gösterdikleri pek nadirdir…”
25.Ocak.21
Aslan Asker Şvayk’a başladım. Tabii bu duygunun ucu bucağı yok ama “neden şimdiye kadar el atmamışım” diye hayıflandığım bir kitap oldu –tam adıyla– Aslan Asker Şvayk ve Dünya Savaşı’nda Başından Geçenler.
Kitap, maşallah, düşmanına atsan kafasını yarar: tuğla gibi. Yarısına ancak geldim [önsözler hariç, önsözleri sonra okurum] kitabın ama Şvayk’a şimdiden bayıldım.
Tüm karakterler çok canlı, belirgin çizilmiş romanda. Söz gelimi Papaz Katz. Nedir, bilhassa Şvayk, insanın aklından hiç çıkmayacak bir tip. Josef Lada’nın çizimleri de çok güzel.
Şvayk bazen salağa yatsa da kurnaz bir tip. Otorite karşısında isyan etmek yerine yan yollara sapan, salağa yatarak kendi bildiğini okumakta direten bir kurnaz. Fakat bazen gerçekten tam bir ahmak. Ki kendisi de bunu sıklıkla dile getiriyor, ahmaklığını katiyen inkar etmiyor.
Kitabın tam adından da anlaşılabileceği üzere, çok kanlı ve acımasız bir çağda geçiyor roman. Şvayk’ın sevimliliği, muzipliği, başından geçen olayların absürtlüğü, yazarın üslubundaki hiciv, ince alay, hatta komedi unsurları biraz olsun yumuşatsa da, aslında çok “sert” bir metin Aslan Asker Şvayk.
Jaroslav Hašek, belki savaşı bizzat yaşadığı [ve hatta esir düştüğü] için çok yalın, basit bir sertliği yeğlemiş. Gerçekler basitçe dile getirildiğinde daha etkili oluyor, çünkü aslında gerçekler son derece basit, karmaşık değil.
Şvayk’ın zırtapozluklarına gülerken [gerçekten sesli güldüğüm çok yer oldu romanda], karakterin biri çıkıp büyükbaşlara özendiğini söylüyor sözgelimi. Çünkü, en azından, sığırları kesilmeye götürmeden önce atış talimine ve eğitime götürmüyorlar. Evet, mezbahaya kesime götürülen hayvanlarla kendilerini [askerleri] bir görüyor. İşte, basit gerçek derken bunu kastediyorum.

Jaroslav Hašek’in bir öyküsünü çevirmiştim ama biyografisine hakim değildim. 40 yıl süren kısacık ömrüne o kadar çok şey sığdırmış ki yazar, gerçekten inanılmaz. Söz gelimi, otuz yaşına geldiğinde 16 öykü kitabı yayımlanmış. O çalkantılı yaşamın içerisinde böylesine bir üretkenlik gerçekten inanılmaz!
Savaştan ve esirlikten sonra Prag’a döndüğünde oturmuş Şvayk’ı yazmaya. 6 cilt olarak tasarladığı romanı bitiremeden de vefat etmiş Hašek.
Hamiş: Metnin orjinalini bırakın, Türkçe çeviriye esas alınan İngilizce çevirisini de okumadığım için, romanın Türkçe çevirisi hakkında görüş beyan edecek değilim. Aklımı peynir ekmekle yemedim. Fakat, Celâl Üster’in çeviri-metninin çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim. Birçok yerde, metin sanki Türkçe yazılmış gibi hissettim. Celâl Bey birçok dipnot da eklemiş romana, onlar da romanın tarihsel arka planını anlamak açısından çok faydalı olmuş.
26.Ocak.21
Salâh Birsel, Kediler kitabında yer alan “Porno Pornoya Karşı” başlıklı denemesinin hemen başlarında şöyle der: “Sokak benim kafamın denge taşıdır.”
Çünkü Salâh Bey, yürümeyi sever. Sokakta olmayı; çiçeklere, ağaçlara, insanlara bakmayı sever. Ben sevmem. Ben ev severim. Hep böyleydi bu, çocukluğumdan beri. Şimdinin çocukları gibi şanssız değildim, tevellüdüm yetti, sokakta da oynadım. Nedir, ev, hele okumayı söktükten sonra, yuva oldu bana. Yine de tüm acımasızlığıyla hüküm süren [bunun nedeni virüsün kendisinden çok, dünyanın bozuk düzeni elbette] salgın yüzünden iyice kısıtlandık. Hem yasaklar hem de adına kış denen illet, iki yandan kuşattı bizi… Bu kısıtlanmışlık, hatta kıstırılmışlık duygusu ağır. Bu ağırlıkla başa çıkma yollarımız da tükeneyazdı. Sabır çekmekten yorulduk.
Ben bile sıkılmaya başladım ev’den. Sokakta, meyhanede, kitapçıda olmayı özledim. İşin aslı, tüm riskleri alarak işe gidip çalışırken bu kısıtlamaları anlamak pek mümkün değil zaten.
28.Ocak.21
Geçen yıl vefat eden bir arkadaşımı gördüm sabah. Sanki oydu. O kadar benziyordu ki yanına gidip konuşmamak için zor tuttum kendimi.
– Merhaba. Ölen bir arkadaşıma çok benziyorsunuz.
– Arkadaşlar ölüyorlar ve doğmuyorlar. Bunu biliyor musunuz?*
29.Ocak.21
Yasak Helva grubunun “Ayı Boğuluyo” diye bir şarkısı var, bilmem dinlediniz mi? Bıçkın bir tarafı da var şarkının, bir “sokak” şarkısı. Ve fakat bir yandan da acayip hüzünlü bir havası var. Her dinlediğimde farklı bir yana savruluyorum. Bazen coşkuyla, bağır çağır eşlik ederken bazen de gözüm dolası oluyor.
Onur Çalı
* Sraffa’nın, dostu Gramsci’nin ardından söylediğidir.