Nomadland filminde Fern karakterine hayat veren oyuncu Frances McDormand

Yönetmenliğini Mandel De Oliveria’nın yaptığı, başrollerini Catherine Deneuve, John Malkovich ve Irene Papas’ın üstlendiği Konuşmalı Bir Film (Um Filme Falado) bir gemi yolculuğuna götürüyor bizi. Filmin nerdeyse yarısına yakınında Akdeniz medeniyetleri ve Batı kültürüne dair bir tarih dersi dinliyoruz sanki. Kocasıyla buluşmak için küçük kızıyla birlikte Bombay’a giden tarih profesörü Rosa Maria, yol boyunca uğradıkları duraklarda (Marsilya, Pompei, Atina, İstanbul, Port Said, Aden) ona sürekli sorular soran kızına bu yerlerle ilgili bilgi verirken bizi de bilgilendiriyor. Örneğin İstanbul durağında Ayasofya’yı gezerken hem Rosa Maria’dan hem de turist rehberinden filmin çekildiği dönemde müze, şimdiyse cami olan mekânla ilgili bilgiler alıyoruz. Aynı zamanda tarih boyunca başlayan ve biten çağlar, savaşlar, efsaneler üzerine de konuşmalarına tanık oluyoruz bu geziler boyunca. Rosa Maria savaşlarla ilgili ilginç bir görüş sunuyor kızı savaşın kötü bir şey olduğunu söylediğinde. “Evet ama” diyor “tarih bu şekilde ilerlemiş. Örneğin senin bir bebeğin olsun ve biri onu senden almak istesin. Vermezsin, vermek için elinden geleni yaparsın değil mi? Bu doğamızda olan bir şey. Tıpkı yemek yemek gibi.” Evet bu doğru bir görüş, insan doğasında böyle bir durum var ancak bu savaşları haklı çıkarır mı? Ben sanmıyorum. Çünkü savaş, öldürmeyi içinde barındırıyor, yıkımı, kıyımı. Oysa bizim olanı vermemek için buna gerek yok. Savaş daha çok istila etmek güdüsünden kaynaklanıyor, vermemekten çok almak, ele geçirmek güdüsünden.

Film böyle sakince ilerliyor. Sonra geminin içine giriyoruz. Akşam yemeklerine. Farklı duraklarda gemiye dâhil olan üç tanınmış kadın yolcuyla sohbet ediyor kaptan. Uygarlıktan, kendilerinden, hayatlarından, dilden ve pek çok şeyden bahsediyorlar bu yemekler boyunca, onları bekleyen sürprizden habersiz olarak. Filmin sonu bize ne kadar güvenliksiz bir dünyada yaşadığımızı gösteren, hiç beklenmediğimiz bir şekilde bitiyor. Kendine güvenli, işine hâkim kaptanın çaresizliğini yüzünden okuduğumuz bir kare kalıyor bütün o güzelliklerden geriye.

Jesica Bruder’in kitabından uyarlanan, yönetmenliğini Chloé Zhao’nun üstlendiği Nomadland ise bir başka yolda olma filmi. İçsel ve dışsal bir yolculuk. Kahramanımız Fern kriz nedeniyle çalıştığı 88 yıllık fabrikanın kapanmasıyla karavanıyla yollara düşer. Yol boyunca karavan parklarında konaklayan kahramanımız, mevsimlik işçi olarak çalışır. Çalışmayı sevdiğini söyler. Ancak mevsimlik işler arasında olan tuvalet temizleme işi ne kadar sevilebilir ki? Aslında yaşamındaki eksikliklerden, kendine yasakladıklarından uzaklaşmak içindir çalışmayı seviyorum deyişi. Bu dillendirilmese de sezeriz bunu. Bir yandan da geçinmek için mecburdur çalışmaya. Eşinin ölümünden sonra kendine yerleşik yaşamı ve aşkı yasaklamıştır Fern. Karavan yaşamıysa kolay bir yaşam olmamakla birlikte, ona yerleşik yaşamdaki yalnızlığını unutturmaktadır. Hayata benzer şekillerde bakan insanlar vardır karavan parklarında ve “yolda elbet görüşürüz” bir slogandır. Burada yol sürüp gidendir, ölen bir arkadaşları için de söylenen bir slogandır elbet yolda görüşürüz. Bir tür kader birliğimiz olan insanlarla bir yerlerde karşılaşırız. Hayat ve tesadüfler bizi bir araya getirir.

İki filmin ortak noktalarından biri yolculuk ve yolda olmak durumuysa diğeri de güven duygusu bana göre. Dünya bizim için ne kadar güvenli bir yer? Kendimiz güvenli alanlar yaratabilir miyiz? Konuşmalı Bir Film’de lüks bir gemi yolculuğunda beklenmeyen bir gelişmeyle, günlük seyrinde akan hayat güvenliksiz hale gelirken, Nomadland filminde köklü bir fabrikanın batmasıyla birdenbire işsiz kalınabileceği güvensiz bir dünyada yaşadığımızı görüyoruz. Tıpkı günümüzde hayatımıza dahil olan bir virüsle bunu gördüğümüz gibi. Bir virüs hayatlarımızı, güvenlikte sandığımız hayatlarımızı tehdit etmeye devam ediyor ve biz bunun ne kadar süreceğini bile bilmiyoruz. Evet dünya gerçekten de güvenliksiz bir yer. Yolda olmak da yerleşik olmaya göre daha güvenliksiz ve aslında arzuladığımız bize yakın insanlarla, yaşama aynı ya da benzer pencerelerden baktığımız insanlarla yerleşik bir hayat yaşamak. Bana göre, Fern’in eksikliğini çektiği ve içten içe arzuladığı da bu.

Güven duymak önemli. Bizi aşan durumlarda güvensiz bir dünyayla karşı karşıya olsak da (virüsü kendi başımıza yok edemeyiz, orada kurallara uymak zorundayız) bireysel yaşantılarımızda güvenli sığınaklar yaratabiliriz. Nomadland ve Konuşmalı Bir Film’in bana söyledikleri bunlar.

Eylem Hatice Bayar