25.Kasım.20

Onat Kutlar’ın 1962 yılında, 26 yaşındayken yaptığı Avrupa seyahatinde tuttuğu notlardan, günlüklerden oluşan defteri, Kül adıyla yayımlandı geçtiğimiz günlerde.

Günlüğün adı, Onat Kutlar’ın günlükte bahsettiği, yazmaya çalıştığı romanından geliyor. Hatta günlüklerinde, bazı parçalar bile paylaşıyor romandan. Romanı, Kül’ü, nasıl yazacağı üzerine kafa yorduğunu görebiliyoruz. Nasıl kafa yorduğunu da görüyoruz.

Keşke daha fazlası olsaymış bu defterlerin, tadı damağımda kaldı.

Bir de, T. diye birinin adı geçiyor günlükte. Tezer olabilir mi bu T., Tezer Özlü?

26.Kasım.20

Edward Hopper’ın “People in the Sun” adlı resminde deniz yoktur. Ama resme ne zaman baksam, ilk bakışta denizin varlığını hissederim. Deniz, bir gizli özne olarak oradadır sanki.

27.Kasım.20

Onat Kutlar’ın günlüğünde seyahat izlenimleri, orada birlikte olduğu, tanıştığı yeni insanlar hakkındaki izlenimlerinin yanında edebiyat üzerine düşüncelerini de görüyoruz.

18 Haziran 1962’de, Frankfurt’ta şunları yazmış sözgelimi:

Gerçekten yeni olan ve yazarın kişiliğine sıkı sıkıya bağlı olan her anlatım “edebiyat”ın dışındadır. Sonraları edebiyatın ta kendisi sayılsa bile. Ama başlangıçta edebiyattan kaçmak zorundadır. Bununla bir çeşit gazete anlatımını, bilim anlatımını ya da gizli “günlük” dili anlatımını öne sürmek, yeğlemek istemiyorum. Hepsi de uzak olsunlar. Ne Camus ne Claude Simon ne de Sartre. Başımızın üstünde bir sanat var ona keyfimizce davranıp saygısızlık edememeyiz. Ama bu sanatın adı “Edebiyat” değil. Bunu söylemek istiyorum. Türkçede bu sanat için en iyi adı da buldum, çok genel görünse de yavaş yavaş yüklenir kendine yakılan anlamı: Anlatıcılık sanatı.

Onat Kutlar, derine kazarak okunacak yazarlardan.

2.Aralık.20

“bilmiyorsun kaç kere benzettim kendimi
terekte kendi ağırlığı yüzünden devrilen cezveye.”

(Beste Naz Karaca, Ñaupa, s. 24)

7.Aralık.20

İyi bir ilk kitap okudum, bir öykü kitabı: Kaçış Rampası. Halil Yörükoğlu’nun bazı öykülerini kitaplaşmadan önce okumuştum. Kitapta yer almasa da olurmuş diyeceğim iki öykü vardı ama Halil’in dili, anlatımı, bazı ayrıntıları yakalayışı o öyküleri de okunur kıldı. Yolu uzun olsun!

8.Aralık.20

Kudret Emiroğlu hocanın “Gündelik Hayatımızın Tarihi” kitabındaki “Vasistas” maddesinden:

Almanca “Was ist das” (Bu nedir?) soru cümlesinin pencere kapı üzerinde bulunan açılır kapanır kanada ad olması tuhaf. Fransızcası da aynı ve bu dile oldukça erken bir tarihte, 1776’da girmiştir. Vasistas sözcüğüyle ilgili birçok hikâye vardır. En basiti, bir yapı fuarında ilk kez sergilendiğinde sorulan sorunun ad olarak kalması.”

Ben bunu birkaç yıl önce, bir arkadaş sohbetinde şaka olarak uydurmuştum. Meğer gerçekmiş.

Bir de holigan var. Gündüz Vassaf’ın “Medeniyet, Kültür, Sanat” başlığıyla kitaplaşan Uçmakdere Yazıları’ndan birinde okudum. Onun yalancısıyım. Meğer sözcük, Londra’da yaşayan, gittikleri yerde içip içip kavga çıkaran İrlandalı Hooligan ailesinin adından geliyormuş.

25.Aralık.20

Mavi Blues

I

Mavi kafalı bir kaplumbağa varmış. Mavi kafalı olduğu için çok mustaripmiş. Aslında kendisi memnunmuş bundan da çevresindekilerin tepkilerinden çok bunalıyormuş. Diğerleri, normal olanlar, yani yeşil kafalı olan kaplumbağalar dalga geçiyorlarmış onunla. Senin kafan niye mavi diyorlarmış. Niye? Kimse bilmiyormuş nedenini. Şuymuş meğer: Mavi kafalı kaplumbağa, deniz ile normal kafalı bir kaplumbağanın çocuğuymuş. Annesi denize aşık olmuş zamanında, evet, deniz erkekmiş. Mavi kafalı kaplumbağa, denizin sayısız çocuğundan biriymiş. Sonunda, mavi kafalı kaplumbağa bunalmış alaylardan, denize yürümüş, babasına kavuşmuş. Ama ne deniz babası ne de bizim mavi kafalı kaplumbağa bilmemiş bunu. Rüzgar dalgaya fısıldamış, dalga köpüklere, köpükler mavi kafalı kaplumbağaya fısıldamış gerçeği.

Hiç kimse bilmiyor gerçeği. Farkında olmadıkları için, her şeyi biliyorlar.

II

James, bir tomar yeşil parayı pencereden savurdu.

Pencerenin altında bekleyen kalabalıktan mavi kafalı bir kız kaptı parayı. Çok mutluydu. Yanında duran, mavi sakalı olan ve Mavi Sakal hayranı sevgilisi kıskandı. Bana versene parayı, dedi. Ayrıldılar.

III

Mavi bulut dedi ki yağayım.

Hem denizdeki mavi kafalı kaplumbağa hem de mavi sakallı çocuk ıslandılar.

IV

Denizdeki mavi bir balık, bu yağmuru kendine yordu. Sevindi.

V

Renkler oturmuşlar bir gün. Rakı masası kurmuş demleniyorlar, keyifler gıcır. Portakal ve leylak masanın üstüne çıkıp oynamaya başlamışlar. Kara (bazı yerlerde siyah da derler) çekilmiş masanın uzak bir ucuna, tek başına, kara kara düşünüyormuş. 15 yaşına hastanede girmiş, 16 kilo kalmış bir oğlan çocuğuna saplanan kurşundan akan kanın kuruyunca kara olmasından çok utanıyormuş.

Kahroluyormuş.

Mavi bir bıçak almış masadan, kendini kesmiş.

VI

Çocuk Neşet, oturmuş bir gün, almış sazı eline, maviye bir türkü yakacağım demiş. Yağmur başlamış mavi mavi ağlamaya.

VII

Körfezde bir akşam vakti. Denizin altındaki likenler, gümüş balıkları, istavritler, deniz anaları, kefaller, sarı kanatlar, levrekler, çipuralar ve deniz atları ve deniz kestaneleri ve küçük lapinalar bile haykırdı:

“Hey! Vapura bakın, vapura. İntihar edecek!”

VIII

İnsan, başka bir insanı mavi diye yakar mı? Öldürür mü? İşkence eder mi? Ellerini keser mi? Mavi utanır da bundan, insan utanmaz mı? İnsan ne yapar maviyi öldürdüğünde? Mavi utanır da bundan, insan niye utanmaz?

Hiç mektup, yılbaşı kartı, pusula, kargo ne bileyim almadım işte hiçbirini bunların. Alacak olsaydım adresim buydu, bunu yazacaktım adres diye: “Bergama Vapuru / Çankaya-Ankara” Sana mesela mektup yazsaydım, sen de bana cevap yazsaydın, bu adrese yazacaktın. Ama gerek yoktu ki mektuplaşmamıza. Ben senin çocukluğunu bilirim. Mahallede koşturup dururdun. Sen de maviydin, ben de. Büyüdük, aşık olduk. Nedir ki aşk? Ben sana bakmak istedim. Sen bana bak istedim.

İnsan, başka bir insanı mavi diye yakar mı? Öldürür mü? İşkence eder mi? Ellerini keser mi? Mavi utanır da bundan, insan utanmaz mı? İnsan ne yapar maviyi öldürdüğünde? Mavi utanır da bundan, insan niye utanmaz?

Mavi en çok neden utanmıştır ama biliyor musun? Bizim kapımıza işaret olduğu için. Elinde olsa maviliğinden geçerdi. Biz senle, öyle durmuş, korkudan mavinin giremediği gözlerimizle bakarken birbirimize. Bilmem, belki de biz o an ölmüştük, üstümüze mavi bir örtü örtmüşlerdi. Biz örtüye binmiş, gitmiştik belki de. Çünkü ben ondan sonra görmedim hiçbir şey. Kırmızıyı mavi diye gördüm. Kırmızı bir işaret koymuşlardı kapımıza.

IX

Berk kuşu: “O gün dünyanın ikinci günündeydik bir sürü yağmur yağdırıp bıraktık.”

X

Deniz nadiren mavi olur burada, dedi. Telefonuna davrandı, anı ölümsüzleştirmek için. Maviydi telefonu. Düştü elinden, mavi denize karıştı.

31.Aralık.20

İkincisini yapmış olduk Parşömen Edebiyat Soruşturması’nın. Okur, yazar, çevirmen, editör, şair, yayıncı… [an itibariyle] toplamda 80 kişi yanıtladı soruşturmayı. Ben şahsen çok farklı bakış açılarıyla karşılaştım. Bazı konularda ortaklaşıldığını gördüm: Bazı kitaplar, bazı edebiyat olayları ve bazı sorunlar çokça vurgulanmış. Fakat benim aklıma hiç gelmeyecek birkaç sorunla da karşılaşmış oldum verilen cevaplarda. Katıldığım oldu, katılmadığım oldu… Fakat çok şey öğrendim.

Ömrümüz vefa eder de seneye yine yapabilirsek bu yılsonu soruşturmasını, umarım bu yıl “sorun” olarak belirtilen bazı sorunların çözüme kavuştuğunu görürüz. Ama asıl hikaye şu: Keşke soruşturmanın üçüncü yanıtına verilen cevaplar [yani sorunlar] yıl içinde de daha çok tartışılabilse. Tartışmak çözümün garantisi değil elbette ama yalnızca yılsonu listeleri, “en” listeleri, gerekçesiz “dikkat çeken kitaplar” listeleri hazırlayıp yayımlananın kimseye bir faydası yok.

80 kişinin yanıtladığı 3 soruluk bir soruşturmayı basılı olarak yapmamız neredeyse imkansızdı. Bunu internetin sağladığı olanak sayesinde yapabiliyoruz. Umarım seneye daha fazla edebiyatseverin katılımını sağlayabiliriz. Elimizde bir yılsonu muhasebesi, bir Z raporu oluyor böylece.

Soruşturmaya yanıt veren herkese bir de buradan teşekkür etmek isterim.

***

Düşman Kazanma Sanatı Kılavuzu, Madde 1: Apaçık ortada olan, herkesin bildiği gördüğü duyduğu bir gerçeği dile getir. Kimsenin bilmediği bir şeyi söylersen başın ağrımaz, düşman edinemezsin.

Onur Çalı