Öykülem ve Öykü Gazetesi gibi dergilerde öyküleriyle karşılaştığımız ve çeşitli yarışmalarda da ödülleri bulunan Başak Baysallı, geçtiğimiz günlerde bir öykü kitabıyla okuyucuları ile buluştu. Everest Yayınları’ndan çıkan Fresko Apartmanı, iç içe geçmiş, özenle örülmüş öykülerden oluşuyor. Dokuz öykü ve yolu bir şekilde Kirkor’un apartmanından geçen o şanslı kişiler: Eleni, Rüya, Nadia, Ani, Ali Turhan, Bora, İsmail ve Defne Arditi. Aslında türü “öykü” olarak belirtilmemiş olsaydı, eser küçük bir roman, bir novella olarak nitelendirilebilirdi. Çünkü bu öyküler de, öykülerdeki karakterler de birbirine adeta teyelli. Bir öyküden diğerine geçildiğinde, okuyucu zaten tanıdığı birini dinleyecek gibi oluyor. Her öyküde karakterlerin hayatından öyle kesitler sunuluyor ki hemen bir sonraki öyküyü okuma ihtiyacı duyuluyor. Çünkü bir öykünün ana karakteri başka bir öykünün yan karakterlerinden biri genelde. Her öykünün merkezindeki karakter, apartmanın bir sakini ve öykülerin isimleri de hayatlarıyla ilgili anahtar kelimelerden seçilmiş; “Teyel”de Rüya’nın, “Yenidünya Likörü”nde Ani’nin, “Tuval”de Bora’nın hayatına tanık oluyoruz. Ayrıca bir iki öykü dışında öyküler hep o öyküde bahsedilen kişinin ağzından anlatılmış. Öyküler tek tek okunduğunda her biri kendi içinde bütünlüğü olan öyküler fakat kitabın tamamı okunduğunda okuyucuda bir roman tadı bırakıyor. Bu çoklu anlatıcı tekniği Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı‘sını akla getiriyor. O başlı başına bir roman tabii, ancak bu tekniğin öyküde kullanılmış olması da oldukça etkileyici.

Öykülerin tamamı temelde Kirkor etrafında şekilleniyor çünkü Fresko, Kirkor’un apartmanı. Kirkor, İstanbul’un eskilerinden bir Rum. Neyi varsa satıp Kuzguncuk’taki bu apartmanı satın almış. Sonrası bir örümceğin ağını örmesi gibi. Sadece emekli maaşıyla geçinen Kirkor, herkese kucak açmış, hepsi bir bir gelmiş apartmana. Zaman içinde bir nevî kurtarıcı görevi üstlenmiş. Bu sebeple Fresko Apartmanı da Nadia’dan İsmail’e, Ali Turhan’dan Ani’ye bir sığınak adeta. Zora düşen omzunda Kirkor’un elini hissetmiş ve herbirinin hayatı Fresko’da ikinci kez başlamış. Bir apartmanı ortak yaşam alanları haline getiren bu insanlar bir aile gibi. Görünmez bağlar var aralarında. Burası, dış dünyanın kötülüğünden, çirkinliğinden kaçma yeri. İsmail’in de dediği gibi, “Ne kadar kızarsam kızayım onlar gibi olmayacağım. Kötülüğü çoğaltmayacağım. Neden Fresko’da olduğumu biliyorum. Eşikten geçtim bir kere. Ben içerideyim, onlar dışarıda. Kim ne düşünürse düşünsün… Benim yerim burası.” Apartmanda bir de hepsi için ortak bir alan var, teras. Birlikte yemekler yiyip muhabbet ettikleri vazgeçilmez yer. Fakat hepsi için mutluluk simgesi olan bu teras, Kirkor’un bir sırrı sakladığı yer.
Öykülerin hepsinde adı geçen fakat kendisinin öyküsünü birebir okumadığımız biri var, Eleni. O da apartmanın sakinlerinden biriymiş, evi de hâlâ duruyor duruyor ancak şu an hastanede tedavi görmek zorunda olan yaşlı bir kadın o. Artık hiç kimseyi, yaşadığı hiçbir acıyı hatırlamıyor ancak hepsi onun sözlerini dün söylenmiş gibi düstur edinmiş. Herbirinin öyküsünde bir hayat hocası gibi var olmaya devam ediyor Eleni, en çok da Rüya’nın. Kirkor, çiçekçi dükkanı henüz kapanmamışken, yanında çalışan kadın ölünce kızı Rüya’ya sahip çıkmış, onu terzi Eleni’nin yanına çırak vermiş. Hem yanlarında olsun hem iş öğrensin çocuk diye. Öğrenmeye öğrenmiş de yetmişini devirmesine rağmen terziliği pek sevememiş Rüya. Eleni’yi çok sevmiş ama. Hayata dair çok şey öğrenmiş ondan: Hristo teyelini, irmik helvasını, hayatı yaşamayı, umutlu olmayı… Eleni, Rüya’dan başka Kirkor’dan sorulur elbet. Dükkanları yakılıp yıkıldığında birbirlerine sığınan kader ortakları onlar. Öte yandan Nadia’dan Bora’ya herkeste izi var Eleni’nin. Kendisi apartmanda değil ama hayatın ritmini yakalamak gerektiği fikrini aşılamayı başarmış hepsine.
Bu apartman, her anlamda bir sentez. Müslüman, Yahudi, Türk, Rum, İstanbullu, Karadenizli ve hatta Şamlı… Terzi, dansçı, ressam, gazeteci… Herkes bir arada ve apartmanın merdivenleri onları birbirine bağlıyor sanki. Kimse kimsenin ne olduğuyla ilgilenmiyor, birbirini yargılamıyor, yaftalamıyor. Bu anlamda ütopik bir apartman denebilir Fresko için. Kirkor’un terasında ya da başka bir isimle “Matilda’nın bahçesi”nde onlarca çeşit çiçeğin içinde oturdular mı aynı boğaza bakarlar nihayetinde. Bakan kişiler farklı olsa da baktıkları yer, onları birbirine kenetleyen İstanbul Boğazı’nın büyülü manzarasıdır. Gerisi bella vista‘ya karşı Cemal Süreya, İlhan Berk, Ömer Hayyam, Cahit Külebi, Turgut Uyar ve nicelerinden söylenen şiirler.
Kuzguncuk’ta bir apartmanın öyküsü Fresko Apartmanı. Bu apartmandan içeriye bir anda giriyor ve çok yıllık bu binanın merdivenlerinde, terasında dolaşıp duruyorsunuz. Eğer İstanbul’a ve eski Rum mimarisine merakınız varsa Başak Baysallı sayesinde zaman ve mekan gezintisine çıkmaya hazır olun.
Nagihan Kahraman