Bu yazıyı sadece kendim için yazıyorum, duru bir zevk ve heyecanla.[1]

Okuma zevkini büzüştürüp ekşiten şeylerin başında açıklamak, tanımlamak, klasörlemek, akademik amaçla yazmak, kendi yazma süreci için irdelemek endişesi ve eğilimi gelir. Yazarın hayatı, başka kitapları, kitabı yazarkenki maceraları vs. ile ilgilenmek de bu sınıfa yakındır.

Bunlara düşmeden yazımı yazmak ve bitirmek istiyorum.

Öyle istekliyim ki bir türlü yazıya giremiyorum.

İyi bir metin, iyi bir kitap okuduğumuzda olan bu değil midir öncelikle?

Kitap bizi alıp götürür, ya ilk satırdan ya da ilk sayfalardan itibaren. Okurken bizi saran duygu, kitap bittikten sonra da devam eder, zamanla bulanıklaşsa bile ilk anki o duyguyu hiç unutmayız. Bahsi açıldığında “Çok güzel bir kitap” gibi basit, klişe bir cümleyle anlatacak olsak dahi.

Hadrianus’un Anıları[2] çok güzel bir kitap.

Hadrianus, topraklarımızda bizden önce yaşamış büyük bir imparatorluğun, Roma’nın en önemli imparatorlarından biri.[3]

Serhat şehri Edirne’nin adı bile bu imparatordan gelme. Onun kurduğu bir şehirdir Edirne yani Hadrianapolis. Bolu’da, Pamukkale Hierapolis’te[4], Sinop limanında onun izlerini görebiliriz.

Ama bu bir tarihi roman mı?

Bana göre değil, hatta tarihi roman diye bir şey olmamalı belki de.

M.S. 2. yüzyılda yaşamış, beş büyük Roma imparatorundan üçüncüsü olan Hadrianus’u, kendi ağzından anlatıyor olması bu romanı böyle kategorize etmemiz için yeterli olsa da bu romanda anlatılanlar ve üslup onu farklı ve özel bir yere koymama neden oluyor.

Bir imparatoru, bir savaşçıyı, bir zevk düşkününü… bir insanı her yönüyle ortaya koyabilmekte midir başarısı, onu aynı anda kuvvetli bir kral ve estetik yönü baskın, sıradan bir insan olarak, altmış yıla sığan insan-imparator tecrübelerini bize büyük bir doğallık ve inandırıcılıkla aktarışı, insan olmanın ortak noktasına her zamankinden yüksek bir yerden baktırışı mı? Evet, imparator Hadrianus yaşadı, tam da Yourcenar’ın yazdığı gibi yaşadı, düşündü ve hissetti!

Burada hemen ikinci paragrafta yazdığıma dönüyorum ve daha fazla açıklamaya kalkmıyorum. Bu hem güç (ne yazsam eksik kalacak sanki), hem de adlandırmalar yaparak kitabın bütünlüğünün, okuma zevkinin parçalanmasını istemiyorum.

Ama ikinci paragrafın ikinci cümlesini tamamen yıkmadan da duramayacağım. Yourcenar’ın yirmi yaşında başlayıp da kırk yaşından sonra bu işi kotardığına dair anlattığı notlar biz yazarlar için olduğu kadar bütün insanlar için de bir anlam, bir veri ifade ediyor: Bazı şeyler sadece zamanla yerini buluyor, zamanla ve sabırla çalışmayla.

Son söz: Hadrianus’un Anıları çok güzel bir kitap.

Nagihan Şahin


[1] Başlangıçta böyleydi.

[2] Nili Bilkur çevirisiyle, Hadrianus’un Anıları, M. Yourcenar, Adam Yayınları 1984, 1. basım. Ufak çeviri sıkıntılarına ve yanlış yazımlara dikkatle.

[3] Ortalama devlet eğitiminden geçmiş bizler için biraz uzak da olsa bu toprakların tarihinin önemli bir parçası Roma İmparatorluğu ve öncesi. Sebebini bugün bilmeden gerçekleştirdiğimiz bazı şeyler bile bu kültüre bağlı. Örneğin, Sabahattin Eyuboğlu, Anadolu gezi yazılarından birinde, Romalıların adak olarak horoz kestiğinden bahseder. Çocukluğumun İzmir’inde ve Ege taraflarında adak olarak neden hep horoz kesildiğini anlamış oldum böylece.

[4] Pamukkale’de, Hadrianus’un mermere yazılmış, şehre mektubunu Hierapolis Müzesinde görebilirsiniz.