2016-08-31 Antoloji Oteli
Antoloji Oteli bir doktorun bekleme odası gibi. Genç ve yaşlı şairler bekliyorlar. Genç şairler girmeyi bekliyorlar, keşke yaşımız büyük olsaydı, şu tarihte, şurda doğmuş olsaydık, bir Rumeli kasabasında mutasarrıflık yaparken Babıali’ye çağrılsaydık da antolojiye girmeye layık bulunsaydık, diyorlar. Ölü mü, ölmek üzere mi tam bilemediğimiz, anlamadığımız yaşlılar da duyulmamış hastalıklara tutulmuşlar. Bir kan hastalığı var birinin mesela. Antoloji onların Pomak olduğunu söylüyor. Hangi camiye gittiklerini. Ayaklarını nasıl yıkadıklarını. Birbirlerine bakıyorlar. Göz göze gelmekten çekiniyorlar. Şans diliyorlar birbirlerine. Allah yardımcın olsun diyorlar. Kutluyorlar. Hemşire, yani asistan, yani, asistan editör, elindeki listede isimler var, onları içeri çağırıyor. İçerde söyleşi yapıyorlar. Ne konuşuyorlar acaba, ne soruyorlar? Kimse bilmiyor. Çünkü söyleşinin sonunda şairin antolojiye girip giremeyeceğini bilemiyoruz. Hiç kadın yok aralarında. Aralarında hiç kadın olmadığını söyleyebilecek kimse de yok. Biri annesinden söz ediyor. Annesinin de böylesi bir hastalığı olduğundan. Ölü mü, sağ mı olduğunun bir süre anlaşılamadığından ama yine de Ak Otaklar civarında büyüyen, gelişen ve eser veren kadınlar antolojisine girdiğini biliyoruz. Konusu bahçecilik olsa da önemli kadın edebiyatçılardan sayılmış. Gözlüklü ve öğretmen olanlar var. Koltuklarının altında hep bir çanta. Çantalarında bir not defteri. Defterle birlikte bir imla kılavuzu, ikide birde baktıkları, o öyle denmez, buna böyle denmez, diyen biri. Biri değil, birileri, birkaçı hatta. Birinin elinde bir alet, bilinen ev aletlerine benzemeyen, bilmediğimiz, tanımadığımız bir alet. Çok genç biri bu. Çok genç bir çocuk. Yani o kadar genç ki insan nerdeyse tahtaya kalk deyip eski harflerle adını yazdıracak ona. Ya da nerdeyse yabancı dilden kelimeler sorulacak. —Poetry Magazine’in open door sayısına bakmamız gerekiyor. Antolojimiz ona benzeyecek bünye olarak. Bu antoloji projesi bir öykü olacak, bir öykü olacak ama gerçekten de antolojilerle ilgili yazılanların, anlatılanların, dedikoduların, husumetlerin, çekememezliklerin, efendim ben kendim kendi beğenime göre seçtim. Yani kişisel bir antoloji bu… dediğimiz bir şey. Böyle olduğu için de içeri girebilen, girip de çıkamayan, girmek istemediği halde orda olanlar var. Oraya girmenin, girmeye layık bulunmanın utanç verici olduğunu düşünenler. Öksüz hayvan barınağı gibi bu bekleme odası. Yazarlar, şairler, öykücüler bekliyorlar seçilsinler diye. Girsinler diye. Kurban bayramı gibi belki. Kurban bayramında kuzular isterler mi acaba, beni seç, beni seç derler mi? Bir çocuk yuvası, bir öksüzler yurdu, bir yetimhane gibi, bir parasız yatılılık var burda. Çocukluğu ailesiz geçmiş, öksüzler yurdunda büyümüş şairlerimiz.
Kim o yunan mitolojisinde çocuklarını tanımayan, tanıyamadığı için de öldüren, öldürmek zorunda kalan, onları yiyen kim? Medusa mı? Medea mı? Satürn? Herkül. Ne onun asıl hikayesi? Adonis kim? Adonis çocuklarını tanıyor mu? Öteki mitolojilerde onun karşılığı kim? Kim bunların çocukları? Bu çocuklar şimdi sahipsiz mi ana-babaları antolojilere giremedi diye?
2016-09-04 Köpeğimiz Evden
Sonra köpeğimiz evden kaçtı. Biz de Amerikaya eve döndük. Türkiye bize çok şey verdi. Türkiye bize aile verdi. Bizden çok şey aldı karşılığında. Köpeğimizi aldı. Kısmet. Adı kısmetti. Kısmet değilmiş.
2016-09-13 Marco Polo Airport
Too good to be true: At Marco Polo Airport in Venice, I met this elderly man who told me this story. He showed me his passport: Marco Polo.
2016-09-13 Marko Polo Havalimanı
İster inan, ister inanma: Bana bu hikayeyi Venedik Marko Polo Havaalanında tanıştığım yaşlı adam anlattı. Pasaportunu gösterdi: Marko Polo.
2016-09-16 Ayşe Kadın
Ve hayatım gözlerimin önünden geçip seninle kesiştiği yerlere baktığımda (hatırladığımda, gördüğümde) ikimizin yaptığı en önemli iş ayşekadın fasülye temizlemekmiş.
Babamı evinde bir arkadaşı ölü bulmuştu. Öldükten üç gün sonra. Tencerede soğan varmış. Zeytinyağı. Çürük domatesler ve tahtakaşıkta kurumuş kalmış biraz salça. Ocağı açmamış henüz ama. Taze fasülyeleri masanın üstünde bırakmış. Ayıklarken gazetenin üstünde öyle yayılı kalmış. Yarısını bitirmiş. Yarısını bana bırakmış (sanki?). Ben babamla ilgili her şeyi masa başında ayşekadın ayıklarken öğrendim. Gerçekten de hayatına bir zamanlar Ayşe kadın diye biri girmiş. Rastlantı bu ya, onun ölüsünü bulan da en sevdiği arkadaşı. Bana adını veren. Usta marangoz. Bartınlı. Bartın bana hep Barton Fink’i hatırlattı. Sanki bizim değil de Amerikanın güneybatısında, Texas, Arizona’da bir yer. Elimde bir tabanca, çizmemde jilet. Sırtımda kama. Sevdiklerimin cesetlerine basa basa.
Bartınlıyla demek hala görüşüyorlarmış.
Demek ki arkadaşı varmış son günlerinde.
— Şiir ya da hikaye adı: Mal Beyanı. Mal Beyanı kim olduğumu, nerden gelip nereye gittiğimi anlatan bir metin. Ocakta yemek var.
2016-09-25 Gül Sonsuzdur
Bir askerle tanıştım. Bağdat’taki saraylara ilk giren askerlerden. O sarayların bahçelerinden gül yaprakları toplamış. Kitaplar arasında kurutmuş bunları. Bana gösteriyor. Ne saray kaldı şimdi diyor, ne bahçe. Ama işte Gül, Gül sonsuzdur. Tohuma, döle gerek duymaz.