
“so say we all” – BSG
o canavar gelecek
o canavar fırtınada çıplak ayakla yürüyerek
size deccal çekicini beton saplayarak gösterecek
orada, şiirin teknik olanaklarını
sorgulayamayacaksınız
tecavüze uğrayan zihin
bağırmaktan başka debelenme bilemez
diliniz alçıları süpüren artçının kelepçelediği
kasalarda kasap köpeklerle hazır ola duracak
şimdiden yaklaşan kalıtım savaşıdır
kızışmış antik fırın ensenizde yanıyor
bu esnada, -büyük büyük ROMA
bildiğini papirüsten okumayacak
galerilerde hinlikle gülümseyen
mağara insanlarının vahşetini harekete geçirecek içgüdüler
et yemeyenler birbirini morfinsiz yiyerek
enternasyonalle basacaklar yosunlu devlet binalarını
susuzluk susuzluk
-kabuğunu tekmeleyen tanrıça ilahi
zombiler kurumsal belgelerle iç işlerinde kadrolaşacak
psikolojileri allak bullak olacak belediye otobüslerinin
şarampoller yerlerinden fırlayıp, üstünüze yuvarlanacak
babam öldü, öldü ve hiçbiriniz gibi
tabutunu çiçekli cümlelerle kaplamadım
saybörg kişiliğimin tarihteki karşılığını bulamadım henüz
çoğunuzun gevezeliğini çevirince boş kümeye dönüyor
matematik kurallarıyla başarılı ilişkiler yürütemiyorum
bir sıfır sıfır bir bazen bisırfır
dünyaya gelmekten memnun değilim
otelin balkonunda bahçemi birayla sulayamıyorum
mendil uzatamıyorum altında
tecrübelerimi sivrilttiğim şeffaf bıçakla
alnınıza net yazılar oyamıyorum
herkes masumunu düşünmeden harcıyor
öyle günler geliyor ki, kapı kıran
küllerim kartallarla tozlaşsın istiyorum
atoburlarla, boş tencerelerde, pazar tezgâhlarında
beni sevmeyen kim varsa, boynunu
mücadeleye kurban eden vaşağın hizasına eğip
son ısırığı almakla yalıyorum kalın ensesinden
yüklenin demir pençenizle
çığlıklar karmaşanın hazzında boğulacaktır
cebimde kafatasını gururla gezdirerek
derisini derime kan nakliyle geçirmek istediğimle
büyü kıyımları büyütüyorum kalpten bahsederken
onun adı katil aşktır
kiralık kesici dişlerimi ağacın kovuğuna sürtüyorum
parmaklardan anahtarlık. gözlerden tespih
kalenin erimiş kurşuna benzeyen yumuşaklığı görünüyor
dokusu zedelenmiş çağda net biçimler yok
günü gelince kaktüs de oklarından soyunacaktır
çünkü, bedenim sinirleriyle altmış kilo çekiyor
onu taşıyacak kolları kas yapmadı zamanın
sevdiğim herkeste ağır yalnızlığımı gördüm
geleceğe uzay kapsülüyle fırlatılacak sözlerimi
ilk robotun hangi elimi nasıl sıkacağını düşünerek
Arthur C. Clarke’ın fotoğrafı yüzüme yapıştı
her zeki yaşadığı toplumun aptallarıyla
aynı masada oturmak zorundadır
engin bir edebiyat cumhuriyetinin
fethedilemeyen kara parçasıyım
yüzyıllardır yıkanamayan kirli çarşafın önünde
o canavar gelecek -büyük büyük ROMA
o canavar size virütik öpücükler attığında
evlerinizi parçalayan balistik füzelerin
teninizi kanola yağıyla haşladığı
çokuluslu torunlarınızdır
yere düşürdüğünüzde yapışan
“what the freak?”
tam ablukayla yarı hafızanızda
koleksiyonudur geçmişin bugün felaket
Neslihan Yalman
* Bu şiir bir diziye adanmıştır, dizinin bir bölümüne.