Julio Ramon Ribeyro’nun yüzünü çıkarmak kolay iş değil çünkü görünümü bir fotoğraftan diğerine epeyce değişir: Saçı uzun ya da kısa ya da uzamakta, sigaralı ya da sigarasız, bıyıklı ya da bıyıksız, ciddi ya da dudağının kenarında beklenmedik bir kahkahanın habercisi olan ufak bir gülümseme. Sanki meraklı insanları basit maskelerle başından savmak istemiş gibi.
Ribeyro’nun yüzü, hukuk kariyerini küçümseyen bir hukuk öğrencisinin yüzü ya da Madrid’de yaşamak isteyen, Madrid’deyken Paris’in hayalini kuran, Paris’teyken Madrid’i özleyen ve burs ve aşıklarının ve yazmaya hasredecek zamanın peşinde koşan, Münih’in ya da Berlin’in ya da Paris’in ıssızlığında olan bir Lima yerlisinin yüzü.
Ribeyro’nun yüzü, kirli bulaşıkları yığılmış ve fırdaları balkondan silkeleyen yalnız bir adamın yüzü. Ribeyro’nun yüzü, 1929’da doğup La tentación del fracaso (Başarısızlığın Cazibesi) adı altında kırk yıldan fazladır tuttuğu günlüklerini yayımladıktan iki yıl sonra, 1994’te ölmüş bir nekahet dönemi hastasının yüzü.
Peru’nun kesinlikle en az utangaç yazarı olan Mario Vargas Llosa, “O belki de tanıdığım en utangaç insandı” demiştir Ribeyro için. Öte yandan Enrique Vila-Matas, Ribeyro’yla tanıştığında susup kalmıştır; yalnızca hayranlığından değil, basitçe “utangaçlığını ve Ribeyro’nun kendi utangaçlığını tahrik eden panik yüzünden”. Ribeyro, Peruluların utangaç olduğunu düşünen utangaç bir adamdı. “İstihzadan marazi biçimde korkarız; mükemmeliyet isteğimiz bizi pasif kalmaya iter, yalnızlık ve yergide mülteci olmaya zorlar,” yazmıştır günlüğüne.
***
“Otobiyografi”sinde, “Yaşamım orijinal değil, orjinallik şöyle dursun ibretlik. Yirminci asırda bir Latin Amerika ülkesinde doğmuş orta sınıf yazarların yaşamlarından biri sadece.”
Günlüğünün itiraf niteliğinde olan sayfalarında bile, gayrı şahsi tavrı onu teşhircilikten ya da anı aktarımdan uzak tutar. Ribeyro yaşamak için yazar, yaşadığını göstermek için değil. 1977 yılından bir parça, bu anlamda, bunu kanıtlar: “Gerçek bir eser, yazarın kendisinin unutulması ya da imha edilmesiyle (dönüşmesiyle) başlamalıdır. Büyük yazar, ayrıntısıyla ve şiddetle kendi varlığını anlatan değil, içinden gerçeğin geçtiği ve dönüştüğü bir filtre, bir örgü işidir.”
***
Ribeyro büyük bir yazar mıydı?
Günlüğünün büyükçe kısmı yayımlanmamış olmasına rağmen Başarısızlığın Cazibesi, Ribeyro’yu Latin Amerika edebiyatının en büyük günlükçülerinden biri yapmaya yeter. Bu arada, öyküleri, ona çabucak “Peru’nun en iyi öykücüsü” ünvanını kazandırmıştır (gerçi onun için her zaman söylenen “ondokuzuncu asrın en iyi Perulu yazarı” joker tanımlaması da vardır). 1976’da yazdığı şu parçada, edebi kaderini düş kırıklığıyla değerlendirir: “Sağduyulu yazar, sıkılgan, çalışkan, dürüst, ibretlik, öteki, özel, titiz, duru: İşte eleştirmenler tarafından bana yakıştırılan bazı sıfatlar. Hiçkimse bana büyük yazar demedi. Çünkü ben kesinlikle büyük bir yazar değilim.”
Kendini tek bir tane muhteşem gol atmış üçüncü sınıf oyuncu gibi sunmayı severdi. Fakat yaşamının son yıllarında, kendisine tezahürat eden taraftarlarına nazik biçimde mukabele ederek dolu bir stadyuma oynadığını söylemeliyiz.
***
70’lerde ve 80’lerde, Ribeyro’nun La palabra del mudo (Suskunların Sözü) başlığı altındaki öyküleri, öykülerde temsil edilen dışlanmış insanlara bir göndermeydi. Bunlar, tipik Ribeyro karakterleriydi: Zayıf insanlar, bugünün köşeye sıkıştırdığı kişiler, modernizmin mağdurları.
Üzgün ve eşitsiz Lima’yı betimleme güdüsü, Ribeyro’nun örtük bir otobiyografik yansıması olan ilk ürünlerinden başlamış, sonra öykülerinde ve tüm eserlerinde daha aşikâr hale gelmiştir. Ribeyro edebiyat eleştirilerinin ve iki tuhaf ve demir leblebi kitabının (Prosas apátridas, Dichos de Luder) yanısıra romanlar, oyunlar ve kendi tarihinin istitratları olarak tanımladığı “deyişler” yazmıştır.
***
Meslektaşları Latin Amerika’yla ilgili büyük romanlar yazarken Ribeyro düzinelerce tumturaklı öykü yazdı ancak bunlar Avrupalı okurların beklentilerine göre değildi. O da bunun gayet farkındaydı, yerinde bir ironiyle şöyle demiştir: “Benim temsil ettiğim Peru onların kafasındaki Peru değil: Hiç Kızılderili yok, ya da yeterince yok, esrarengiz ya da tuhaf şeyler olmuyor, yerel renk eksik, şatafatlı bir çılgınlık yok.”
***
Dichos de Luder kitabında, neden artık roman yazmadığına dair şık bir yanıt vermiştir: “Çünkü ben bir kısa mesafe koşucusuyum. Maraton koşacak olsam, stadyuma herkes gittikten sonra varma riskim var.”
***
1964 günlüğünde, Ribeyro’nun takdire şayan bir roman tanımı var, ama bu tanım bir öykü ya da şiirin ardında yatan yaratım sürecini de tanımlayabilir: “Roman büyüyen bir çiçekten ziyade oyulmuş bir selvidir. Biçimini bir çekirdekten, tohumdan ve sonra çiçek açmasından almaz; otsu bir kütledir, kesip eksilterek ortaya çıkarmak gerekir.”
***
Artık çok geç olsa da bu yazıda Ribeyro’dan yapacağım alıntılar için bağışlayın. Mümkün olduğunca az alıntı yapmaya çaşlıştım ama başaramadım. Bu metnin devamında da bu başarısızlığıma devam edeceğim.
***
Başarısızlığın Cazibesi’nden bir parça: “On iki yaşımdayken kendime şunu dedim: Bir gün büyüyeceğim, sigara içeceğim ve gecelerimi bir masa başında yazarak geçireceğim. Şimdi büyüdüm, sigara içiyorum, masamda yazıyorum ve kendime şunu söylüyorum: On iki yaşımdayken tam bir salakmışım.”
Bir tane daha: “Sigara içmeyen ya da alkole elini sürmeyen adamlara itimat etmem. Baştan çıkmış olmalılar.”
***
Tiryaki olarak oto-portresi olan “Yalnızca Tiryakiler İçin” öyküsünde, şöyle der Ribeyro: “Bir noktada öyküm, sigaralarımın öyküsüyle karıştı.”
Üniversite öğrencisiyken içtiği ilk Derby’lere, Chesterfield’lere (“tatlı kokuları hâlâ hafızamdadır”), “siyah, milli” Inca’lara, Lucky Strike’lara (“sınav sabahlarına kadar arkadaşlarımla çalıştığımız o tatlı geceleri anımsıyorum”) ve Parizyen maceralarını süsleyen Gauloises ve Gitanes sigaralarına dönüp bakar bu öyküsünde. Sonra Ribeyko’nun tiryakilik yaşamının en üzücü anı gelir çatar; sigara içebilmek için bazı kitaplarından vazgeçmek durumunda kalır. Böylece Balzac’ı birkaç paket Lucky’le, sürrealist şairleri bir paket Players ile ve Flaubert’i birkaç Gauloises ile değiş tokuş eder. Hatta Los gallinazos sin plumas (Tüysüz Akbaba) adlı ilk öykü kitabından 10 kopyayı, bir paket berbat Gitanes almak için satar.
Öykü, sigara içmeyenlerin gerçekçi bulmayacağı ama içicilerin sapına kadar isabetli bulacağı parçalarla doludur. Söz gelimi, Ribeyro’nun bir paket Camel’ını kurtarmak için sekiz metreden kendini aşağı attığı gece ya da yıllar sonra, sigara içmesinin kati biçimde yasaklanması üzerine birkaç paket Dunhills’i kuma gömüp her sabah kazıp çıkarması…
Italo Svevo’nun Zenonun Bilinci, Richard Klein’in Sigaranın Saltanatı, Guillermo Cabrera Infante’nin Pure Smoke ve Cristina Peri Rossi’nin yürek burkan şiirinin (ki sigara içmeyenler bir kez daha mübalağa olduğunu sanacaklardır ama bizim için son derece tutkulu bir gerginliğin beyanıdır bu şiir: seni sevmeyi bırakmak kadar / zor ve / acılı oldu / sigarayı bırakmak) yer aldığı Sigara İçmek Bir Keyifken adlı öz-yardım kitabının da bulunduğu özgürleştirici kütüphanede Ribeyro baş köşeyi hak etmektedir.
Tekrar ediyorum: Bu parçalar, Rocco Alesina’nın düşündüğü üzere, “sigara öldürmez, ölene kadar size eşlik eder” düsturuna inananlarımız için tartışılmaz bir güzellik sunmaktadır. Ribeyro’nun bu öyküsünü, tiryakileri alıp küresel dünyanın depresif bireylerine döndürebilir bir ilaç olan Vareniklin kullananların okuması kesinlikle uygun değildir. (Champix kullanarak başarılı bir tedavi süreci geçirenlerin büyük bir varoluşsal kaygı yaşadıklarını itiraf ettiklerini hatırlayalım. Uzun yıllar ateşli biçimde pafpuf yapmasıyla maruf arkadaşım Andrés Braithwaite şöyle demişti: “Artık sigara içmiyorum ve her şey son derece yavan.”)
***
André Breton ve avanesinin tavsiye ettiği gibi yarı-bilinç durumunun yerine Ribeyro yarı-sarhoşluk durumunda yazmayı tercih etmiştir. Yine, bağışlayın, “Borges ve Ben”in alkollü bir versiyonu olarak okunabilecek olan Prosas apátridas (Vatansız Nesir) kitabının bir bölümünü bütünüyle buraya alacağım: “İçimdeki yazarla iletişim kurabilmemin tek yolu mutlak işrettir. Birkaç kadehten sonra, yazar ortaya çıkar. Onun sesini dinlerim; monoton ama sürgit buyurgan bir sestir bu. Bu sesi kaydederim ve unutmamaya çalışırım. Ta ki ses giderek bulanıklaşıncaya, karman çorman olana ve sonunda beni bir bulantı, tütün ve duman denizine boğulmuş olarak bırakıp yitene dek. Zavallı ikizim, seni nasıl berbat bir kuyuya attım, ancak gelişigüzel görebiliyorum artık seni ve ne pahasına! Ölü bir tohum gibi içime gömülmüştür artık, belki de birlikte var olduğumuz mutlu zamanları, ikimizin bir olduğu ve aramızda hiçbir mesafe olmayan ya da daimi varoluşumuz için şarabımız olduğu zamanları hatırlıyordur.”
***
“Kafka benim biraderimdir, bunu her zaman hissettim, ama Eskimo biraderimdir; el kol işaretleriyle, jestlerle iletişim kurarız, yine de birbirimizi anlarız,” yazıyor Ribeyro.
Yine günlüğünden şu kısım da Kafka’nın “On Bir Oğul”unu çağrıştırır: “Ne yazık ki oğlum benim hemen hemen tüm kusurlarımı almış, karımınkilerle birlikte almış, ki bu çok fazla. Yalnızca benimkiler onu entelektüel bir berduş hale getirmeye yeterdi.”
***
Yazarın kuşkuculuğuna uygun biçimde, Ribeyro’nun karakterlerinin tarihle ilişkileri sorunludur. Ribeyro’nun politik uysallığının bir ahlaki zorunluluğa mı karşılık geldiğine yoksa ona yakıştırılan bir elbise mi olduğuna karar vermek güçtür. Ribeyro’nun –toplumsal değil ama– politik sorumluluğunun eksikliğinin özünü, 1961 yılında günlüğüne yazdığı şu kısımda bulabiliriz. Bu parçayı, Peru’daki yazarların üstlenmeleri gereken rol üzerine yazdığı bir bildiriden sonra kaleme almıştır: “Bin entelektüelin imzaladığı şiddetli bir bildiriden daha önemli olan şey silahlı bir işçidir. Bizim rolümüz oyunun acıklı kısmı. Ayrıca, Paris’te Armstrong dinlerken ve bir kadeh Saint-Emilion şarabı yudumlarken yazdığım bu bildirinin ne anlamı olabilir, bunu yazmakta nasıl bir ahlak bulunabilir?”
1970’de, on yıldır çalıştığı Fransız Haber Ajansı’ndan (AFP) ayrıldığında; Ribeyro 1990’lara kadar diktatörlüklerin geçip gitmesini beklerken elçilikte ve daha sonra da Unesco’da görev almıştır. Editörü ve arkadaşı Guillermo Niño de Guzmán’ın buna ilişkin bir anısı vardır: “Ribeyro’nun diplomatik konumunu korumaya istekli olması anlaşılabilir çünkü bu iş onun geçim kaynağıydı (edebiyattan kazandığı gelir yetersizdi) ama bunun bedeli de ağır olmuştur: Siyasi bağımsızlığını yitirmiştir.”
Latin Amerika’dan ulaşan haberler onu etkiler ama uzun süren hastane günleri ve boş sayfalarla giriştiği göğüs göğüse mücadele onu daha çok etkiler.
Şili’deki darbe haberi üzerine Ribeyro, doğal olarak, bilindik bildirilere imza atar ama kendini uzak tutmakta ısrarlıdır. Harekete geçmek, onun karamsar tarih görüşüyle çelişir: “Metro istasyonunda iki Fransız çöpçü, aynı mavi kıyafeti giyiyorlar, argo konuşuyorlar, işlerinden yakınıyorlar – bu ikisine Fransız Devrimi’nin bir faydası olmuş mu?”
***
O halde Ribeyro kimdi? Ribeyro, Tabucchi’nin Pessoa hakkında söylediği gibi, içinde birçok insan bulunan bir sandıktı: “İçimde birden fazla yazar var sanki, kendilerini göstermek için birbirleriyle didişiyorlar ve aynı anda görünmek istiyorlar ama sonunda bir kol, bacak, burun ya da kulaktan fazlasını dile getiremiyorlar. Dağınık, karışık ve biraz da grotesk.”
***
Ribeyro’ya göre romanın krizi, ustalığın sonucudur: “Bir süredir Fransız romanları, profesörler tarafından profesörler için yazılıyor. Bugünün Fransız romancısı, dünya hakkında söyleyecek hiçbir şeyi olmayan ama roman hakkında söyleyecek çok şeyi olan bir beyefendidir.”
“Modern” edebiyata (hor görme eğiliminde olduğu bir tanımlama bu) işaret ederek devam ediyor Ribeyro: “Her yeni yazar, eserinin sağlamasını kendinden önce gelenlere bakarak yapıyor, dünyaya bakarak değil. Böylece romanın materyali konusunda, ezoterizmle karıştırılabilecek bir çoraklığa varıyoruz.”
“Yeni yazarlar” diye sonlandırıyor Ribeyro, “eserlerini gerçeklik hakkındaki şahsi düşünceleri üzerine değil, daha ziyade diğer düşünceler hakkındaki şahsi düşünceleri üzerine kuruyorlar.”
***
Salinger’ın “Franny ve Zooey” romanı hakkında şöyle diyor: “Karakterler, Aktörlük Okulu mezunları gibi davranıyorlar.”
***
Yazar, 17. Asır Tarzında Bir Otoportre’de şöyle yazmıştır: “Geleceğe olan güvensizliği onu, arzularını günlük işlerle sınırlı tutmaya zorlamıştır.” Yazının burasına kadar benimle gelenler, Ribeyro’nun bunu yazarken ne kadar eğlendiğini hayal edebileceklerdir. Sonu ise güzel ve muhtemelen doğru: “Tek başına kalabilirdi ve yalnızlığa meyyaldi; yalnızca sükûnetini tehdit etmeyecek ya da şarlatanlıklarıyla onu boğmayacak insanların arkadaşlığını kabul ederdi.”
Alejandro Zambra
Kaynak: Literary Hub, 22 Ekim 2019
Çeviren: Onur Çalı
Zambra’nın, Julio Ramon Ribeyro’nun seçme öykülerinin İngilizce baskısı için yazdığı sunuş yazısıdır. Tamamı çevrilmemiştir.