Tanınmış kişiler, yazarlar arasındaki mektuplaşmalar dönemin özelliklerini, kişilerin görüş ve düşüncelerinin ayrıntılarını, onları neden sevdiğimizi ya da sevmediğimizi anlamamızı sağlayan çok değerli belgelerdir. Diğer yandan, sahiplerine dair mahrem bilgiler de içerdiği için okuyanı rahatsız edebilir. Ahmet Arif’in, Leyla Erbil’e (Leylim Leylim); Orhan Veli’nin, Nahit Hanım’a (Yalnız Seni Arıyorum) mektuplarını okurken, mahremlerini gözlüyormuş gibi hissetmiş ve rahatsız olmuştum. Ancak Nazım Hikmet’in, Kemal Tahir’e mektuplarını okurken öyle bir rahatsızlık duymadım. Çünkü mektuplar, Kemal Tahir’in sağlığında ve kendi isteği ile yayınlanmıştı. Peki, Nazım Hikmet bu mektupların yayınlanmasını ister miydi?
Kemal Tahir’den Fatma İrfan’a Mektuplar’a başvuracak olursak Nazım Hikmet’in de mektupların yayımlanmasını istediğini görürüz. Kitabın giriş yazısında şöyle diyor Fatma İrfan Serhan:
İstanbul tutukevinden yazdığın 9.1.1939 tarihli mektupta: “(…) sevgili karıcığım bu yirminci mektubumuzun cevabıdır. Bunları birgün mutlaka sırasıyla neşretmeli imişiz diyor Nazım,” demiştin.
Kemal Tahir’e Mahpusaneden Mektuplar (Mektuplar) kitabında kimler var: Orhan Kemal, Suat Derviş, Sabahattin Ali, Kemal Sülker, Sait Faik, Cevat Şakir, Naci Sadullah, İsmail Hakkı Balamir, Bedri Rahmi, Ratip Tahir, Nail V. Çakırhan, Orhan Veli, Dostoyevski, Cahit Uçuk, Gorki, Memet Fuat, Mayakovski, Ferit Alnar, Refik Halit, Nuri Tahir, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Halide Edip Adıvar… Nazım Hikmet’in Oktay Rıfat ile teyze çocukları olduğunu da öğreniriz.
Mektuplardan genel olarak ülkenin, cezaevlerinin zorlu koşullarını, yargı sisteminde yaşanan hukuksuzlukları, hükümet ve bürokrasinin aydınlara bitmeyen nefretini, kinini ve onları yok etme tutkusunu ve ahlaksızca kurulan komploları okuruz. Bunların üstüne bir başka utanç ise, dönemin sağcı muhafazakâr “münevverlerin”, cezaevindeki sol görüşlü aydınlara karşı umursamaz, acımasız, kindar duruşlarıdır.
Nazım Hikmet, 1940-1950 arasında Bursa cezaevinden 243 mektup yazmış Kemal Tahir’e. Bu mektuplar Kemal Tahir’in yattığı Çankırı, Malatya, Çorum ve Nevşehir cezaevlerine gönderilmiş. İlk mektup, 6 Birincikanun, Cuma (1940) tarihini taşıyor.
Kemal Tahir, Nazım Hikmet ile tanışmadan önce, tamamıyla sağ-muhafazakâr bir çevrede yaşamaktadır. O da edebiyata şiirle başlayan romancılarımızdandır. Yedi sayı çıkabilen “Geçit” adlı bir dergi etrafında toplanmış, kimisi halen öğrenci olan edebiyatseverlerdir; Arif Nihat Asya, Ertuğrul Şevket, Mahmut Atilla…
1935 yılı Kemal Tahir’in düşünce, şiir ve edebiyat dünyasına yaklaşımında bir dönüm noktasıdır. Fatma İrfan, “Bir yaz tatilinde Nazım’ı eleştirmişti ya, öteki yaz tatilinde onu Nazım Hikmetle içli dışlı budum. Şiirlerinden ezbere bölümler okuyor ve ondan söz ederken Bizim Usta diyordu.” diyerek anlatır bu durumu.
Ziya İlhan’a yazdığı bir mektupta, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, hatta “Nazım Hikmetçiler”’i kadavra diye nitelendirir. Sonraki tarihsiz mektubunda ise Nazım Hikmet’le anılan serbest tarzın, izlenmesi gereken yol olduğunu söyler: “Şunu kayıtsız şartsız kabul etmeliyiz ki kardeşim, istikbalin vezni münakaşasız ‘serbest’tir. Geç kalmamak lazım.”
Kemal Tahir ile Nazım Hikmet’in yolları, 1938 yılında “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçlaması ile tutuklanıp cezaevine konulmalarıyla ikinci kez kesişir. Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Nuri Tahir, Fatma Nudiye Yalçı (Hikmet Kıvılcımlı ile evlenecektir), Abdülkerim Korcan, Hikmet kıvılcımlı tutuklanır. Nazım Hikmet 20, Kemal Tahir 15 yıla mahkûm edilir.
Nazım Hikmet; Piraye, Memet ve Kemal Tahir’in geçimi için hapishanede sürekli proje üretir. Dokumacılık, çeviri, ticaret gibi işler kotarır durmadan. Her ay asgari bir parayı iletir onlara. Fransızca öğrenmesi için Raşit Kemali’yi, yani Orhan Kemal’i sürekli sıkıştırır. İbrahim Balaban en büyük keşiflerinden ve diğerleri gibi gurur duyduğu öğrencilerindendir. Piraye’ye, Mehmet’e gönderdiği paradan bile keser zaman zaman; K. Tahir’i mağdur etmemek için. 135. mektupta “Piraye hasta. Soğukla arası hiç iyi değildir. Bu sene kömür alamadı, soba kuramadı mangala kaldı, boyuna üşütüyor kendini.” diye yazar Nazım Hikmet.
Kemal Tahir ile Raşit Kemali’yi (Orhan Kemal’i) tanıştırdığı mektuba göz atalım:
Oda arkadaşımın adı Kemal. Evet, “Kemal”, senin adın gibi. Sana yalnız adı benzemiyor, senin gençliğine benzeyen tarafları da var. Şiire meraklı, heyecanlı. 94. maddeden beş yıla mahkûm. Belki de adından başka hiçbir şeyi sana benzemiyor da ben böyle bir benzetiş ihtiyacımdayım. Her ne hal ise. Oda arkadaşımdan memnunum. Onunla senden konuşabiliyoruz. Senin vaktiyle Yedigün’de çıkan hikayelerini okumuş. Ona seni anlatıyorum. Bu suretle seninle konuşuyormuş gibi oluyorum. Hele bu “gibi olmak” dün akşam son haddini buldu, kapı açılıp içeri gireceksin sandım. (Mektuplar, s. 17)
Kemal Tahir, arkadaşı, dostu, meslektaşı, hatta yer yer çocuğudur. “Gelelim sana: Bana bak Kemal Tahir, sen bu dünyada benim Piraye’den sonra en yakınım en yakın dostumsun, kardeşimsin, oğlumsun, Memet’im gibi bir şeysin biraz.” (Mektuplar, s. 149)

Piraye de Kemal Tahir’i çok sever. Piraye son mektubunda şöyle yazıyor: “Pahalılıkla ne alemdesin? Paranız yetişiyor mu? Kemal ne yapıyor acaba? Oraları çok soğuk olmuş. Oğlanın parası da yoktur.” (Mektuplar, s. 136)
Kemal Tahir’e her mektubunda mutlaka 5, 10, 20 lira gönderdiğini öğreniyoruz. Kemal Tahir onun adeta burslu öğrencisidir. Kendisine başka cezaevlerinden ulaşan yardıma muhtaçları da geri çevirmez. Elden geldikçe para, giysi gönderir.
Maarif Vekaleti, “Harp ve Sulh” tercümesini verir. Dört cilttir. Zeki Baştımar ile paylaşırlar. Burada yine ülke yöneticilerinin aydınlarına yaşattığı engelleme ve yıkımın acısını duyarız. Şöyle yazar Nazım Hikmet: “Sana bir şey söyleyeyim mi Kemal, bu kitabı ben 22 yaşımdayken okumuştum. Fakat şimdi 40 yaşında tekrar okuduğum zaman azametini anlıyorum. Sonra çok garip bir keder düştü içime, ben de böyle bir kitap yazabilirdim Kemal, yani Tolstoy çapında bir yazıcı olabilirdim, fakat hesabıma göre kaybolmuş 18 senem var.” (Mektuplar, s. 176)
Nazım Hikmet’in Kemal Tahir’e yazdığı mektupların en uzunu 5,5 sayfa ile 123 numaralı mektubudur. Roman üzerine düşüncelerini ayrıntılı anlatır. Memleketimden İnsan Manzaraları’nın oluşumuna da şahit oluruz. “Bilirsin ya benim Milli Kurtuluş Hareketine dair bir büyük ve yazılmakta olan destanım (Kuvayı Milliye) vardı, hani bizim dayı Ali Fuat Paşa ile İsmet Paşa pek beğenmişlerdi, işte onun devam ettiriyorum. Sana oradan bir parçayı, zafer arifesinde bir mücahit ağzından söylenen bir şiiri yolluyorum. Bakalım beğenecek misin?” (Mektuplar, s. 113)
8 Mart 1942 tarihli mektupta ise şöyle yazar Nazım Hikmet: “Böylelikle Memleketimden İnsan Manzaraları 3.000 mısralık dört tane bir arada kitaptan mürekkep 12.000 mısralık bir kitap olacak. Bu bir ön tasarım Hadi hayırlısı.” (Mektuplar, s. 138)
Nazım Hikmet, Kemal Tahir’in yazdığı Sağırdere romanına çok önem ve değer verir: “Sağırdere romanı aydınlıktır, umutludur. O kadar ki kendisinden sonra hemen büyük Gorki bile okunsa Sağırdere tesirini ve ışığını kaybetmez.” (Mektuplar, s. 203)
Sağırdere’yi, Gazap Üzümleri’nin Türkçe tercümesini okurken bir kez daha uzun uzun anar, 14 Nisan 1948’de: “Halbuki sen Sağırdere romanında bunu hemen hemen Amerikalıyla aynı zamanda ve ondan habersiz yapmıştın. Bana acı veren şey, Kemal Tahir’in romana getirdiği ileri hamle, değil dünya, henüz Türkiye okuyucuları tarafından bile meçhulken Amerikalınınkinin beynelmilel oluşu.” (Mektuplar, s. 371)
Kemal Tahir’e düşkünlüğü, sevgisi tarifsizdir: “Kemal kardeşim buraya naklin işinden çıkacak neticeyi nasıl merak ve heyecanla bekliyorum bir bilsen. Hani buraya gelebilirsen yarın hürriyete kavuşmuş gibi olacağım.” (Mektuplar, s. 287)
Kemal Tahir’in yokluğunu Raşit Kemali ile doldurmaya çalışır: “Raşit Kemal’i den her gün biraz daha memnunum münasebetsizlik etmiyor değil ediyor hem de bol bol. Hııık demiş, birçok huyu senin iki sene evvelki, hatta bazen Çankırı’daki burnundan düşmüş. Fakat onunla aynı koğuşta yaşamak beni sıkmıyor. Daha bir iki sene de -dilim kurusun- icabederse rahat rahat yaşayabilirim sanıyorum. Raşit’in hikayesi için yazdığın tenkit hoşuma gitti.” (Mektuplar, s. 117)

1941 senesini çok önemser. Bu yılın dünya ve memleket için bir dönüm noktası olduğuna inanarak insanlarını, mazilerini, hallerini, geleceklerini ve aralarındaki ilişkileri yazmanın, anlatmanın önemini vurgular: “Sen bir taraftan Sağırdere’yi yazacaksın, yazmaya mecbursun, ben de bir taraftan 941 senesinde Türkiye’den İnsan Manzaraları’nı yazacağım, yazmaya mecburum. Diğer taraftan sen de, ben de, Raşit Kemal’i de ve hapishanede şiirle, edebiyatla meşgul ahbaplar da günün meseleleri üzerine müessir olabilecek yazılar yazmaya ve bunları okutmaya borçluyuz.” (Mektuplar, s. 104)
Orhan Kemal de artık şiiri bırakmış, hikâye yazmaya başlamıştır: “Raşit Kemal’inin sana gönderdiği hikâyeyi nasıl bulacaksın bilmem. Fakat şimdi yeni bir hikâye üzerinde çalışıyor. İyi olacak. Eğer şartlar vefa ederse. Şartlar uygun düşerse senin peşinden onu salacağım dünya üzerine. Daha genç, acemiliği var. Evvela bir lisan öğrenmesi lazım. Fransızca çalışıyor. Bir iki sene sonra şartlar vefa ederse bir hikayeci daha gelecek dünyaya. Haydi hayırlısı.” (Mektuplar, s. 57)
Son olarak, Nazım Hikmet-Kemal Tahir ilişkisine ışık tutacak bir başka yazılı kaynağa, İsmet Bozdağ’ın yazdığı Kemal Tahir’in Sohbetleri kitabına bakalım. Sohbetler, Haziran 1960-1972 yıllarını kapsıyor. Kemal Tahir’in Osmanlı toplum yapısı, Türkiye’nin toplumsal, siyasal yapısı, devlet ve aydınlar üzerine tezlerini buluruz sohbetlerde. Yıllar içinde kendi değişimini, kendi dilinden Nazım Hikmet ile olan bağlarını ve etkileşimini aktarır İsmet Bozdağ:
Gerçi Kemal Tahir için Marksist dünya yabancı idi; içinde yaşadığı değer yargılarına ters düşüyordu ama Nazım Hikmet de hem Marksist hem iyi şairdi. Onun boylu poslu yapısı, şiirlerindeki erkek sesi, tek başına kavgasını sürdürmesi, en ince lirizm ile en katı gerçekleri dile getirmesi, Kemal Tahir’i büyülemiş gibiydi. Tanıştılar, sevdiler birbirlerini ve ölünceye kadar bu beraberlik -bazı gölgelere rağmen- sürüp gitti. Kemal Tahir’in ikinci süreci böylece başlamış oluyordu.” (Kemal Tahir’in Sohbetleri, s. 13)
Kemal Tahir ise Nazım’dan şöyle bahsedecektir: “İşte Nazım’ın bana yazdığı mektuplar ortada… Marksizm’den haberi bile olmadığı; sadece sloganlarla düşünmeye çalıştığı meydanda. Hem cezaevinde tezgâh kurup mahkumların sırtından para kazanmanın, hem komünist olmanın mümkün olduğunu sanıyordu. Marksizm’in bir hayat biçimi olduğunun farkında bile değildi. Benim kendisine yazdığım mektuplar kaybolmamış olsaydı, bu konuları kendisiyle tartıştığımı görecektiniz. Bunu söylerken böbürlenmek istemiyorum; sadece o dönemdeki fikir fukaralığımızı anlatmak istiyorum.” (Kemal Tahir’in Sohbetleri, s. 14)
Servet Şengül
“Hem cezaevinde tezgâh kurup mahkumların sırtından para kazanmanın, hem komünist olmanın mümkün olduğunu sanıyordu.”
Zavallıca bir cümle. O dokuma tezgahıyla yaşamına idame ettiren, hatta bu sayede kendine harçlık gönderen şairi çok kolay harcıyor. Yazık. Anlaşılan vefa sadece bir semt adı olmuş onun için!