IMG_20190928_214930[1].jpg

Uyandım.

Gün ışığı odanın içene doluyor. Kalkıp pencereye gidiyorum. Perde açık. Ortasında bir havuz olan, çeşitli meyve ağaçları ve dört adet mavi sedir ağacının bulunduğu geniş bahçenin ilerisinde kumsal alabildiğine uzanıyor. Pencereyi açıyorum, kuş cıvıltıları içeri doluyor. İrfan uyuyor. Yıllar içinde daha da belirginleşen göbeği ince pikenin altından yükselip inerken, bir yandan da hırıltılı bir şekilde horlamaya devam ediyor. Yüzüne bakıyorum. Birden bir yabancıya bakıyormuşum hissine kapılıyorum. Hani nerdeyse “Nerden çıktı bu adam” diyeceğim, “ne işi var yanımda?”

2. Gün

Deniz çok güzel. İrfan yine her şeyden şikâyet ediyor. Oysa en çok onun memnun olması gerek. Yıl boyunca kendisini kaybedercesine çalışmasının bir ödülü bu. Ancak o kendini çalışmak, sadece çalışmakla var eden biri. Özellikle bu türden lüks sayılabilecek tatillere karşı bir alerjisi var. Bazı konularda sağlamdır, evet ekmeğini taştan çıkarır hatta taşın suyunu sıkar ama cebinde hep bir akrep dolaşır.

Tatildeyiz ama bu öyle bilindik bir tatil değil. Hep istediğim bir şey bu. Kamil Caymaz adlı bir felsefe profesörünün kurduğu bir tatil köyü burası. Beş günlük sürelerle beş kişilik gruplar halinde kalınıyor. Ücreti yüksek olduğu için yanaşmıyor İrfan, beş yıldır. Ben sürekli yeniledikçe isteğimi -ki genellikle çabuk pes ederim, ısrarcı değilimdir- hiçbir şey söylemiyor, yüzüme boş boş bakıyor. Onun taktiklerinden biri bu ya da kişiliğinin bir parçası. Bu konuda kafam karışık. Ben de babaannemden kalan bir arsanın satışından annemin gönderdiği parayla ayarlıyorum bu tatili.

3. Gün

İrfan sürekli bağırıyor. “Beni sen getirdin buraya, her yanım sinek ısırığı içinde, ne biçim bir kadınsın sen!” Daha çok böğürüyor gibi. Alışkınım ben bunlara. Nadir yaptığımız tüm tatiller de dahil olmak üzere yaşantımızın geneline yayılmış bir durum bu. İrfan böyle. En azından evlendiğimizden bu yana.

-Hep böyle değildi oysa. Şiirler yazmışlığı da vardır bana. O şiirlerle kanıma girmedi mi zaten. Her aşk hikâyesi güzel başlamaz mı hem?-

Tepkilerim değişmekle birlikte genelde ne diyeceğimi bilemiyorum, suskun ve kırgınım. Bir de nedense utanıyorum.

Herkes bizi duymuş olmalı.

Neyse ki dışarıda beni sarhoş eden bir hava var. Sinirlerim alınmış gibi bir his içinde dolanıyorum ortalıkta. Bedenimi serin sulara bırakıp ruhuma şifa dolduruyorum. Hiçbir şey mutluluğumu benden alamaz. O bile.

Akşam Hocanın “Hani” adlı kitabından parçalar okuyoruz. Yıldızlardan gözümü alamıyorum. Deniz çok güzel.

4. Gün

Geniş bir bahçenin etrafına, halka şeklinde sıralanmış, taştan inşa edilmiş beş tek katlı yapıdan oluşan bu ufak tatil yerinde deniz, güneş, okumak ve sohbetle geçen günlerimizi bitirmeye yaklaşıyoruz. Bir kamp ateşinin çevresinde oturuyoruz. Beş günlük kamp için kabul edilmiş beş kişi; ben, İrfan ve ismini bilmediğimiz üç kişi daha. Tabii onlar da bizim isimlerimizi bilmiyorlar. Bu kampın kurallarından biri bu. Diğer bir kural da burada yaşadıklarımızı burada bırakacak olmamız. Hiçbir yerde hiçbir şekilde bu tatilde yaşananlar dillendirilmeyecek. Tabi bunun takibinin nasıl yapıldığı sorulabilir. Anlatılanlara göre bu kuralı daha önce ihlal edenler olmuş ve bu vakaların her biri bir şekilde Kamil Hocanın kulağına kadar ulaşmış. Söylenenlere göre bu kişilerin başına türlü şekillerde türlü kazalar gelmiş. Bir tanesinin bir trafik kazasında kolunu kaybettiğini bir diğerinin intihar ettiğini söyleyenler var. Bense benim için son derece önemli olan ve bir tatilden çok daha farklı bir anlamı olan bu deneyimi yazıya geçiriyorum. Yazdıktan sonra yırtıp atmak üzere. Yani buradan ayrıldığımızda bu yazı olmayacak.

Son gecemizi kamp ateşi etrafında şarap içip şiir okuyarak geçiriyoruz. İrfan yine kantarın topuzunu kaçırıyor. Kampın evli olmayan kadın katılımcısına gözümün önünde kur yapıyor. Üstelik Kamil Hocaya kafa tutmaya kalkıyor. Sırf Hocayı köşeye sıkıştırıp orda bulunanların özellikle de hocanın ağzının içine düşecek gibi duran o genç kadının gözüne girmek için bir zamanlar okuduklarından aklında kalan ne varsa ortalığa kusuyor.

Yine de ondan nefret edemediğimi düşünüyorum. Hissettiğim garip bir acıma duygusu. Ama yine de içimde ona karşı yıllar içinde biriken -bazen taşan- bir öfkenin varlığını inkâr etmek güç.

gece

Bahçedeki köpek beni görünce iki defa havladı. Tüm kapılar açık, evlere girip odaları dolaşıyorum, kimseler yok. -Herkes nereye gitti?- Ortadaki havuzun başına geliyor başımı gökyüzüne çeviriyorum. O an geceyle gündüz birbirine karışıyor. Sanki bir platodayım. Yoğun bir ışık gözlerime doluyor, her taraf birdenbire aydınlanıyor. Burnuma taze yapılmış krep kokusu geliyor. Birilerini bulmak umuduyla mutfağın olduğu daireye giriyorum, ama etrafta kimse yok. İrfan geliyor aklıma; acaba o da yok mu oldu? Hızla kaldığımız daireye yöneliyorum. İrfan ilk günkü gibi uyuyor. Başucumdaki komodinin üstünde bu gece için dağıtılmış şiir gözüme çarpıyor; “Bir Düşün İçinde Bir Düş”.

Mutfaktan aldığım bıçak elimde parlıyor. İrfana bakıyorum “Alnına konsun bu öpüş!”

Elim beni dinlemiyor, defalarca inip kalkıyor, inip kalkıyor…

Hatice Eylem Bayar