Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Bir öykü kitabı yazdım diye yazarlık mertebesine tırmanıp oturmaktansa her zaman hevesli bir YAZAN olmayı tercih ederim. Vücut bulan kitaplar, ödüller, övgüler, eleştiriler, siz işinizi iyi yapıyorsanız ve çalışmalarınıza inanıyorsanız zaten peşinizi bırakmaz. Yazmaya başlamadan öncesi ve hiç bitmeyecek olan süreç, oburca bir okuma evresi. Ömrümün sonlarında ilk önce beni ellerim mi bırakır gözlerim mi bilmem ama, bendeki bu okuma hevesi bitecek gibi değil.

Gastronomi yazıları yazdığım blog sayfamla başladım okuyucu edinmeye. Yazılarım beğenildikçe dergilerin yemek kültürü köşelerinde yazmaya başladım. Bir yandan yazdıklarımın beğenilmesi hoşuma gidiyor bir yandan da adım iyiden iyiye yemek yazarı olup çıkıyordu. Kurgu yazmak istiyordum. Kafamda film gibi dönüp duran hikayeleri herkes okusun istiyordum. Böylelikle kolları sıvadım ve ardından Diablo’nun Günlüğü geldi.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Öykü yazmamın en büyük sebebi kendimi ifade ederken lafı fazla uzatamayışımdır. Yazıda da aynı şekilde söylemek istediğimi “vur kaç” şeklinde okuyucuyu oyalamadan, lafı ağzımda gevelemeden veriyorum. Öykünün hatta kısa öykünün, okuyucuyu nakavt eden gücüne hayranım. Romanda aynı vurucu etkiyi yapamayacağımı biliyorum. Ama bir gün öyle bir hikaye düşebilir ki zihnime, lafı uzatmaya gerek kalmadan, öyküdeki tempoyu ve vuruculuğu yakalayarak bir roman yazabilirim.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Bu konuda çok şanslıyım. Edebiyatist Yayınevi, dosyamı ilk gördüğünden beri kalemime ve öykülerime çok güvendi. Çok da uyumlu bir süreçte basıldı kitap.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Elbette, harika bir editörüm oldu. Sevgili Aysel Karaca çok iyi bir yazar ve edebiyatçı. Yakın dostluğumuzun yanında edebiyat alanında bana çok değer katmıştır ve her daim desteğini esirgemez. Kitap yazmak çok bireysel bir çalışmaymış gibi algılansa da eserin vücut bulması, ciddi bir ekip ve sinerji işi. Bu konuda uyum sağlarsanız her şey yolunda gider.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Bugüne kadar inanmadığım hiçbir işle çıkmadım ortaya. İnsanın eserine inanması bir nebze ayaklarını yere sağlam bastırıyor. Elbette zaman zaman haksızlığa uğradığımı, sistemin müzmin adaletsizliğinden payıma düşeni aldığı hissettim. Ama bunu kendime dert edip, üretkenliğimden ödün vermek istemedim. Çünkü bu adaletsizlik insanı çok çabuk yolundan alıkoyup, hayallerinden vazgeçirebiliyor. İnsan önce kendi için yazmalı.

Telifinizi alabildiniz mi/alabilecek misiniz?

Elbette. Aksini düşünmedim bile.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Yazmaya ilk başladığım yıllardaki gastronomi yazılarını saymazsak, çeşitli basılı ve elektronik dergilerde öykülerim yayınlandı. Bir dergide öykümün yayınlanması en az kitabımın basılması kadar beni heyecanlandıran bir olay. Birçok amatör ve seçkin yazarla aynı platformu paylaşmak çok besleyici ve motive edici.

Ama en büyük dergi deneyimini 2017 yılında bir grup, alanında başarılı yazar ve çizerle birlikte çıkardığımız Gamlı Baykuş Dergisi’nde yaşadım. Derginin çıktığı bir yıl boyunca Gamlı Sözlük köşesini yazdım ve resimledim. Ayrıca her sayıda öykü ya da illüstrasyonlarla dosya konusuna destek olmaya çabaladım. Hayatımda yaşadığım en verimli, en heyecanlı süreçti. Çok nitelikli bir iş çıkartıyorduk. Böylesine bir çalışmanın kurtlar sofrasında varlığını bir yıl sürdürebilmesine ekip olarak çok üzüldük ama şaşırmadık. 

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?

Kızlarım, eşim, annem ve arkadaşlarım her zaman bana inandı. Olumsuz hiçbir şey yaşamadım çevremde. Onların desteği olmasa ne kadar devam ederim bilemem.

Daha çok zihninde yazan biriyim ben. Bu sebeple çalışma alanı ve zamanı konusunda katı ritüellerim yok. Her an her yerde yazabilirim. Sorumluluklarımın ya da yaşam tarzımın özgürlüğümü kısıtladığını asla düşünmedim.

Dokunulmazlık da istediğim bir şey değil. Dokunulmazsanız siz de dokunamazsınız. İnsana dokunamazsanız Kaf Dağı’nın tepesinden yazamazsınız.

Peki, bundan sonra?

Yazmaya devam.