Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Bundan beş sene önce; güncel bir edebiyat ortamı olduğundan, edebiyat dergilerinin devam ettiğinden haberim yoktu açıkçası. Sürekli kitap okuyor ve çocukluğumdan beri sürdürdüğüm gibi ufak tefek karalamalar yapıyordum. 2014 kışıydı sanıyorum, zor zamanlardan geçiyordum ve o duygu yoğunluğunu şiirlere döküyordum. Öğretmen arkadaşım Erhan, o şiirlerin ilk okuyucusuydu. Bir gün dayanamadı sanırım, edebiyat dergileri var, onlardan birine yollasana bu şiirleri dedi. Birkaç ay sonra, Konya’da çıkan Müebbet Edebiyat dergisinde çıkmıştı şiirim. O sene Mühür ve Akatalpa dâhil birkaç dergide şiirler yayımladım. Fakat esas tutkum her zaman düzyazıydı. Güncel şiiri de beceremedim zaten. Böylelikle dergilerin öykü kısımlarına geçtim.

Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?

Çocukluğumdan beri roman yazarı olmak istemişimdir. Fakat şiir yayımlayarak başladım. Ve öykü kitabı çıkardım. Böyle sıralayınca bana biraz garip geliyor. Beni öyküye yönlendiren şey, roman yazmak isteyen kız çocuğu oldu. Roman yazmak isteyen kız çocuğu güçsüzdü, yorgundu, nasıl yapacağını bilmiyordu, ev ve iş yeri derken romanın istediği dikkatten de yoksundu. Öykü daha çok işime geldi açıkçası. Dergilerde şiir yayımlarken öyküleri okudukça ben de yazabilirim dedim. Onları yayımlamasam da geçmişte biraz düzyazı tecrübem vardı zaten. Dergilerin zaten güdüleyici bir yanı da var. Ulaştığın dergilerden sonra ulaşmak istediğin diğer dergiler var. Kendince bir adın, namın, tasarıların var.

Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?

İlk adımlarını atan biri için bu süreç oldukça zor. İki sene, üç sene çok çalışarak ve sıklıkla öykü yayımladım. Öykülerimin iyi olduğunu düşünüyordum ama küçük bir arkadaş çevresi hariç öyle pek de bilinmiyordum esasen. Birilerinin gelip beni keşfetmesini beklediğim bir an olsa da piyasanın içinde kaldıkça bu yolu yürümenin herkes için özel ve biricik ve yapayalnız bir şey olduğunu anladım. O aralar kitap eleştirileri yazmaya da başlamıştım. Kitap eleştirileri adımın daha çok telaffuz edilmesini sağladı çevrede. Sadece öykü yazmamak, elini taşın altına koymak bu piyasaya olan iştahını da gösterir çünkü. Kitaplarım bir dosya olduğunda Güray Süngü’ye götürdüm. Çeşitli edebiyat programlarından bir tanışıklığımız vardı. O yüzden süreç konusunda da şanslıydım. Çok uzun bir bekleme süreci, içeriğe dair müdahaleler vs yaşamadım.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?)

Kitabımda editör olarak adı yazan Güray Süngü, her şeyden önce benim için kıymetli bir yazardır. Abi diye seslenebildiğim candan bir insandır. Dosyayı verdiğimde, dergilerdeki öykülerim hakkında bir fikri vardı zaten. Kabul edecek mi/ etmeyecek mi ikilemi yaşamadım ama totaldeki fikrini çok merak ediyordum. Öykülerini, romanlarını bildiğim ve sevdiğim için o da benim öykülerimi çok sevsin istiyordum. Öyle de oldu. Onun kitabımı sevmesi beni çok mutlu etti.

İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun?

Kitabım çıktığında otuz yaşındaydım. On beş yıldır yazar olmayı hayal eden bir kız çocuğunu mutlu ettim en çok. Hayatta en çok sevindiğim anlardan biriydi. ÖSS’yi KPSS’yi kazandığım günler gibi. İçimdeki kırgın ve yorgun kız çocuğunun hediyesini verince aşırı bir rahatlama yaşadım. Aylarca hiçbir şey yazmadım. Bir eşiği atlayıp ötesine geçmenin ferahlığı vardı. Bunu doya doya hissettim. Ama sonra… İkinci kitap endişesi, kendine ve öykülerini beğenen o küçük gruba karşı sorumluluğun, kendini aşmak istemenin yarattığı his, devam etmek için ihtiyacın olan güç… Hepsi birden yüklendi sırtıma. Bence ikinci kitabı oluşturmak, ilk kitap sürecinden çok daha fazla zor. Bunun altından layıkıyla kalkabilmek istiyorum.

Telifini alabildin mi/alabilecek misin?

Kitabım, yayımlanalı bir sene olmadan ikinci baskısını yapmıştı. İkisinde de aldım. Zaten para istemedim. Telifimin kitap olarak ödenmesini tercih ettim. Yüz kitap ilk baskıda, yüz kitap ikinci baskıda alıp eşe dosta yolladım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin?

Yayımlanan ilk eserle çıkan kitap arasında dört sene var. Bu süreçte yirmi civarı şiir, otuza yakın öykü, muhtemelen bunların toplamına yakın da kitap yazısı yazdım. Bu dört sene içinde çok çalışkandım. Dergilerde düşünce yazıları yazıyor, özel sayılar için makaleler hazırlıyor, bazı dergilere dosya hazırlıyor, kitap yazıları yazmayı abartıyordum. Bunları yaparken öykümü de ihmal etmiyor, iyi şeyler yazabilmek için kendimi hırpalıyordum. Kitaptan sonra, kitabın beğenilmesinin de etkisiyle bir mutluluk ve rehavete düşsem de sonra toparlamaya başladım. Yine de o gençlik iştahı artık gelmez gibime geliyor.

Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bu anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?

Babam da öğretmen olduğu için, yazıyla ilişkimin temelinde aslında onun küçük kütüphanesi vardı. Dünyadan kaçışı o kütüphane sayesinde keşfettik. Annem ise ilkokul mezunu, beş çocuk büyütmüş fedakâr bir kadın; çocukken o da okumayı çok severmiş, yazar olmayı da istemiş ve hâlâ içlendiğinde hece ölçüsüyle şiirler yazar bir deftere. Bunlardan dolayı çok da dezavantajlı bir ortamım yoktu aslında. Fakat yine de annem evde iki bin kitap olmasını beş bin kitap olmasına tercih eder. Kitaplarımı sistematik olarak azaltırım o yüzden. Ya da okumaya yazmaya ayırdığım zamanın daha az olmasını ister. Ona göre daha ‘faydalı’ işler yapılabilir bu süreçte. Yine de kesinlikle yüzde yüz olmasa da dokunulmazlık zırhı kazandırıyor evet. Gittiğin edebiyat programlarından dolayı eve geç gelişlerin, sürekli para harcadığın kitaplar, sağa sola yaydığın a4 kâğıtları, notlar, karalamalar hepsi somut bir karşılığa bürünmüş oluyor.

Peki, bundan sonra?

Evsizler Şarkı Söyler 2018 Haziran’da çıktı. İkinci kitap için üç sene vermiştim kendime. Elbette yine öyküler. Roman için hâlâ güçsüzüm ve dağınığım. Becerebilirsem 2021 baharında ikinci kitabımı gün yüzüne çıkarmak istiyorum. Kafamda bir şeyler var, öyküleri o çerçeve içinde tasarlıyorum. Umarım altından kalkabilirim.