b0c2e-izzet-yasar

Ey en kendine benzemeyen şair / kendine benzetilen şair
Sana burdan, senin olmadığın yerden, senin de bir zamanlar olduğun kayalıklardan sesleniyoruz, dönüşü olmayan hikayelerden
[nazım-nesir karışık]

Ey dili arı!
Ey arı dilini bilen dilin arıbeyi!
Arıbeyimiz!
Efendiler, dinleyiniz!

Dış kanama, kanama, dur, kesil artık ey kanama!
Kanama geçidi / Kanama Kanalı’nı kaz!
Bir kanal açtınız, bir kanal tedavisisiniz siz edebiyatımıza
Saçlarınızı uzatıp da geçiniz!

Savaş yaraları var göğsünde. Savaş yaralarıyla ilgili bir tek cümlesi yok yine de!
Savaş yarasıyla ilgili hikayesi var: Onmakla ilgili tek kelime geçmez orda.
Onulmaz yara: Kıbrıs savaşı-madalya.

Büyüklere el kaldırmış ama saygın yapmış bunu: Kut almış. Kutlamış.
Seviyesine çıkarmış büyükleri, kerevete inmiş.
Sustuğu seneler edebiyatımıza seviye sınavı.

Dili sert kayalara değer, değer katar, katı değer,
Değer ve tuz eder, toz eder değdiği yeri
Çeker, tuz çıkarır kayanın tozundan. Tozanoğlu değildir ama kendi Tozan.

Onda renkler büyük harfle başlar. Kırmızı mesela, kan demek değildir. Onun şiirinde renkler büyük harfle başlar. Bir kilide değer küçük harfler, anıtlar, abideler, lahitler küçük harfle. Şiiri bir okyanustur, yalancıları ve zalimleri boğar. Ve çatık gidenleri ve müşteri temsilcisini, ruhu olmadığı için gelemeyeni.

Sonra Büyük İ geliyor:
Büyük İ kürsüde oturuyor.
Büyük İ konuşma yapıyor.
Büyük İ pansiyonda.
Büyük İ kumsalda geziyor.

Büyük İ, küçük i’yi yanına alıyor. Bir kolluk görevine çıkıyorlar. Gözlem yapıyorlar. Not alıyorlar.

Büyük İ büyük bir şiire başlıyor.
Büyük İ büyük şiirin daha önce yazılmış olduğunu keşfediyor.
Ve kan ve kırmızı renkli olan şiiri onun bize korkuyu öğretiyor, “çürük et yiyen ölür”, onu da. Göt korkusu değil bu tabii: Et korkusu. Et korkusunu öğreniyoruz ondan, sınıf gezisi, vitrin ve camekan.

Yasayan İzzet’in yasalarla başı dertteydi -belki.
Bu bela yaşamadığında da geldi, buldu onu gürgen ormanında.
Şiirin hukukçu beyi: Keykavus!
Bir öncü gibi fırladı öne, yolu temizledi, tehlikeyi haber verdi.
Tehlikeyi atlattık derken bıraktığı yerde kelimelerini toplayıp çıkış bulmaya,
Çıkışı bulmaya çalışıyoruz.

Nefesini tutmana gerek yok kardeşim, burda memleketindesin
Dök döküm gibi kelimelerini aksın gümüş dere şiiri
İncecik bir kitapla bir dönemin izzet-i nefsisin

Şiiri bir yol açmış, bir yolun öncüsü olmuş
Tek tek döşemiş taşları ama hatırlamıyor artık o yolu
Fakir ve idealist, Bir İdris.

Atların intiharıyla biten payton sefasında anlatmıştı
Zehir nerden geliyor biliyormuş: İçme suyundan.
Leş kokusu? Çürük etten.
Sarnıç?
Sarnıçta uyuduk.
Sarnıçta kalktık.
Kör uyuduk. Kuduz kalktık.
Sonra tahtaya kaldırıp ülkemizi kordela taktı, hepimize tek tek.

Küçük ada, küçük ülke, kendi mehmetimiz, hepimizin birer mehmeti küçük adada küçük odada. Biblo boylu. Biblocuk. Mehmetçik.
Ayşecik, buzlu içkiler ve katıla katıla gözyaşı

Eliyle kanamasını kapatmaya çalışırken gıdıklanan diyar-ı cintonik hikayecisi
Tepegözler ülkesinde bir Basat, elinde kalem: balta, bıçak, masat
Huzur aradığı pansiyon, ülkesi mezbaha, cankuşları otobur
Sakatatın döküldüğü lağımın ağzından sarnıca dökülen lağım
Etobur dünyaya terbiye kusan, kusmuğu terbiyeli kıvam

izzetyasaryasamaz fihristi
Garaj, otobüs, pansiyon, soğuk bira, kıyı kasabası, reklam ajansı, balıkçı köyü, kıyı, kuyu, sarnıç, lağım, sosis-salam-sucuk,

Fihriste giremeyenler: köfte, adana, beyti, döner, bonfile, mangal, ızgara, rakı

Garajdan girecek dünyaya geri, elinde bir adres tarifi: → akıl hastanesi → tımarhane → mezbaha → reklam ajansı → bar → garaj → kıyı → kuyu → kıyı kasabası → balıkçı köyü → pansiyon → havuz → lahit, → sarnıç → lağım ⇄ lağım ← sarnıç ← lahit ← havuz ← pansiyon ← balıkçı köyü ← kıyı kasabası ← kuyu ← kıyı ← garaj ← bar ← reklam ajansı ← mezbaha ← tımarhane ← lahit ← akıl hastanesi ← ← ←

Akıyor gümüş dere sessiz sakin
El sallıyor iskelet, çiğ et ve dev kalamar
yasar yasamaz izzet yasar

İlhan Durusel