kaybettiğimiz translara ve hayatta kalanlara…

ef954-canan_hezeyan_video_goruntusu_c

Keje. Benim karşı komşum. 35 yaşındaydı biz tanıştığımızda. Kadına yaşı sorulur mu ayol, ama bak soran olursa 27 diyeceksin. Karşılaşırız da iki kelâm ederiz diye kapısını az gözlemedim. Keje kapıyı açacak da geriden yüzü görünecek ha, bekle bakalım gösterirse. Bir gün, “Bende kahve bitmiş, sizde fazla var mıdır?” diye aklıma gelen ilk saçma bahaneyle çalınca kapısını, tanışmıştık nihayetinde.

Hayatımın ilk ve tek komşuluk ilişkisini onunla yaşadım. Az doğurmadık sabahları birlikte. Ne geceleri bilirim, bitmesin diye dünyayı sessize aldığımız. Ne var ne yoksa o gecelerde olurdu işte. Kolisi gelsin gitsin de iki soluk arayıp “Gel annem” desin.

Yaşadığı köyden 15 yaşında İstanbul’a kaçmış. Günlerce Gezi Parkı’nda aç susuz, köpeklerle, şarapçılarla bir yatıp sabahı geceyi zor etmiş, nihayetinde bir anne gelip evine yerleştirmiş. Görmediği şiddet kalmazken kendini bir anda çarklarda bulmuş. Bir kere olsun hazır olup olmadığımı sormadı anlattıkları için, ben de bir kere olsun “dur!” demedim kızılcık şerbetine. Anlat Keje, sen anlat yeryüzüne:

“Çarka çıkınca bir bakardık ki polisler sıralanmış na böyle tespih tanesi gibi. Ayol ben tespih bilsem gider Allah’a çekerim. Bunların derdi başka tabii, similyasına çekeceğim saksonun derdinde. İçlerinden biri, Ya çekersin, ya basarım cezayı deyince kızlar çığlık çığlığa Anne koşşşş kızzzzz, madilikkkk! Madilik biter mi ayol, çarkta dövülenden yüzüne kezzap atılana, köprüde bırakılandan yol kenarına cesedi atılana, tecavüze uğrayanından parası çorlanana. Şu A Takımı, şu Balyoz az sikmedi bizi. Her gün birimizi öldürdü. Bugün hangimiz ölür, diye az çıkmadık sokağa. Cenazeleri sırtımızda taşırken kendi kefenimize de her gün bir ilmek daha atardık. Ama yine de bırakmazdık dünyayı bu zalimlere.”

Gülerek anlatmaya başladığı hikâyeleri ağlayarak bitirirdi de her seferinde kendi dalına kendi tutunurdu yine. Yalnızdı. Onun deyimince, doğarken anasından çıktığı rahmin bile bir daha kabul etmeyeceği kadar yalnızdı.

“Şöyle bacaklarımı içime çekip uykulara dalıyorum. Belki küçülürüm kız, küçülür de o deliğe yeniden girerim. Gerçi delik kabul etse anam kabul etmez. Amaaan, koy götüne dünyanın.”

Hasta annesini görmeye gidemiyordu. Doğduğu toprağı, büyüdüğü evi, emdiği memeyi bir daha göremeyecek olmanın ne demek olduğunu Keje bilir işte. Ama acıyı dirence yedirmeyi de en iyi Keje bilirdi. “Toplanın kız, madilikkk ayoool!” diye saçlarını şöyle gerisin geriye savurdu mu Kabil gelse çıkaramazdı canını.

***

Dün sabah da ağlamayı kahkahaya sarmış, sonra da evli evine anam bacım diyerek ayrılmıştık. Akşam evde tek başıma otururken bir anda sokaktan kıyamet gibi sesler gelmeye başladı. Ne oluyor, demeye kalmadan apartmanda gürültü koptu. Keje’ydi bu. Hemen evden çıkıp kapısını çaldım, arkadaşı içeri aldı beni.

Antredeydi Keje. Bir o yana bir bu yana deli gibi dönüyor, “Yeter, yeter siktiğimin adamları, yeter!” diye bağırıyordu. Dur, diyorduk durmuyordu. Ne oldu, diye sordukça daha çok bağırıyordu. “Bu nasıl dünya ulan! Anam, Seni görmeden ölmem diyor, ben anamı görmeye gidemiyorum. Dövdünüz yetmedi, öldürdünüz yetmedi. Mahalleyi, caddeyi, dünyayı dar ettiniz yetmedi! İnsanım ben, insan. Bir gün olsun insanca yaşatmadınız. Bura kimin dünyası ulan!”

Arkadaşıyla önüne geçip sakinleştirmeye çalışırken bir anda hızlıca mutfağa gitti. Arkasından koşturup mutfağa girdiğimizde çekmeceyi açtı ve bıçağı çıkardı. “Bırakın da öleyim, bırakın da şu bıçak içimdeki leşi temizlensin. Bitsin artık!” diye bağırdı boğazına dayayarak. Bir kendi boğazına götürüyor bir boşluğa sallıyordu bıçağı. Kocaman bir ateş fışkırıyordu göz deliklerinden. Sanki kocaman bir ceset önümüzde uzanmış, gömüleceği toprağı bekliyordu.

İki kişi tutamadık, dizlerinin üzerine çöküp saçını başını yolmaya başlayınca ne dünyayı bıraktı ne kendini. Kustu. Kustukça ağladı. Ağladıkça kustu.

“Ben,” dedi, “ömrümde bir kez de gerisi ağlayarak bitmeyen bir kahkaha atmadım. Şuramda bir yara var, kimseler bilmez. Ben bile bilmem. İçim ölmüş, içim. Ruhumda pis bir leş var. Kurban olayım, ne yaptık biz bu dünyaya… Kefenim cepte yaşıyorum ben. Ölüp gitsem kimin umurunda. Bir anam vardı, ne o benim ölümü görecek ne ben onunkini. Kız, kokusunu özledim, kokusunu… Bileydim daha çok emerdim o memeleri. Bileydim birini koparıp da götürürdüm yanımda.”

Sabah kahvaltıdan sonra ayrılınca arkadaşıyla dışarı çıkmışlar. Gece dönerken de evin önünde tacize uğrayıp tehdit edilmişler. Arkadaşı üç defa polisi aramış ama gelmemişler. Bunu duyunca o pek imdatlık polisi aradım hemen. Gazeteci olduğumu söyleyince anında kapıda belirdiler. Aheste aheste aracından inen polis, “Onca işin gücün arasında bir de sizle uğraşıyoruz,” deyince tepemin tası attı iyice. Yüklüce bir tartışmanın ardından atlayıp karakola gittik. Gördüğüm her polise gazeteci olduğumu söyleyip üstü kapalı, “sıkıysa kötü muamele gösterin, yazarım!” mesajı veriyordum. İfadeler alındıktan sonra, diken üstünde duran amire gidip ölüm tehdidi olduğu için eve bırakılmamız gerektiğini söyledim. Oflaya poflaya araca binen polis bir yandan söylenip bir yandan da ahkâm keserken, Keje’nin dudaklarından, bir daha hiç unutamayacağım o cümle dökülüverdi: “Bir kere olsun ölürken değil, yaşarken gelin. Üzerimize gazete örtmek için değil, bizi korumak için gelin kapımıza.”

***

Sabah uyanır uyanmaz mutfağa gidip kahve suyu koydum. Tezgahın üzerinde gece Keje’den kaçırdığım bıçaklar duruyordu. Bıçakları da kahve kupalarını da tepsiye koyup kapıyı açtığımda karşımda üç polis belirdi. Keje’nin kapısının önünde yerde boylu boyunca uzanmış gazete sayfalarına bakıyorlardı. Ne tepsi kaldı ne ben. Çığlık çığlığa kapaklandım yere. Öyle ağlarken biraz sonra içeriden birileri bize doğru yaklaşmaya başladı. Keje, elleri kelepçeli halde iki polisle birlikte kapıya doğru geliyordu. “Sabaha karşı kapıya dayanmış,” dedi yanımdakiler. Kollarına sarılmış polisleri iterek bana doğru eğildi Keje. Gülümseyerek gözlerimin içine baktı.

“Yastığın altındakini almayı unutmuşsun.”

***

Sımsıkı sarıldım apartmanın önünde. Patır patır dökülürken gözyaşlarım, “Ağlama kız!” dedi, “bak bu kez biz ölmedik, bu kez kendi üzerimize örttürmedik o gazeteleri.” Araca binerken de son sözünü koca bir emanet olarak bıraktı arkasında.

“Onlar değil ben korudum kendimi. Bunu da böyle yazarsın.”

Sibel Yükler

temmuz 2015, ankara

Görsel: Hezeyan | Delusion, CANAN, 2013

Sancı Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’nin 4. sayısında (Ağustos-Eylül 2015) yayımlanmıştır.