1.Ağustos.18

Bakıyorum da insanlar, başka bir işle meşgulken müzik açıyorlar ve öylece çalışıyorlar. Ben bunu yapamıyorum, yapamam. Kitap okurken sohbet ediyor muyuz mesela? İkisini aynı anda yapabilir misiniz? Eh, müzik dinlerken başka bir işle meşgul olmak da aynı şey bana kalırsa.

92e31-r-6093679-1480452775-1191.jpeg

Bir istisna var benim açımdan: Kalabalık odalarda, insan gürültüsü içinde çeviri yapmak durumunda kaldığımdan beri kulaklığı takıyorum, Metallica’yı açıyorum, bilhassa “…And Justice for All” albümünü. İşte o zaman, hangi çılgın bana zincir vuracakmış! Üstelik Lars Ulrich’in vuruşlarına ayak uydurayım derken, o davula vurdukça ben de klavyeye abanıyorum ve hem hızlı hem de tertemiz, çapaksız bir çeviri çıkıyor ortaya.

Müzik, yalnız ruhun değil çevirinin de gıdasıdır.

***

Şu esprili, mesajlı tişörtleri bilirsiniz. Ekseriyetle gençler giymekle beraber, emekli olduktan sonra saç uzatan, top sakal bırakan, yaşlandıklarını bazen sevimsiz bir biçimde inkar etmekte ısrar eden orta yaşlı amcalar da giyer bunlardan. Tişört değil de reklam panosu, miting dövizi gibidir daha ziyade. İşte bunlardan birini gördüm bu sabah. Elbette İngilizce yazıyordu, bendeniz çevirmeye çalıştım:

Yapılacaklar Listesi

Zengin ol
Sağlıklı ol
İyi bir işin olsun
Ailen olsun

(Bunların hepsinin yanında kutucuk ve kutucukların içinde tik işareti var)

Sonra da asıl bomba geliyor: Mutlu ol

Bu sonuncu emirin yanında tik yok, yanındaki kutucuk boş bırakılmış. Yukardakileri yerine getir hele, mutluluk zaten koşa koşa gelecektir demeye getiriyor.

Bu çağın en muteber pazarlama nesnesi mutluluk olsa gerek (pazara düştüm pazara). İyi de mutluluğa ulaşmanın yolları arasında “şiir oku” yok mesela, ne de “aşık ol” var. Eee, bu nasıl mutluluk gardaşım, gardaşım bir ihtiyacın var mı gardaşım?

Hem mutluluk dediğimiz bir lahza meselesi değil midir yahu? Mutluluk mutluluk diye dövünürken, o bir lahzalık mutluluğu da es geçmiyor musunuz kuzum? Neyse, siz böyle yazılı tişörtler giymeye devam edin!

***

Nur içinde yatsın, Aşık Mahzuni’nin türküsünü, hele ki Selda Bağcan’ın sesinden, dinlemişsinizdir: Yaz Gazeteci Yaz. Gelin, biz bunu hikayeciye uyarlayalım:

Aman hikayeci gel bizim öykü köyüne ama bizim halları yazma
Küçük insanın küçük sıkıntılarını yazma
Bir de var olmayan ama olabilecek şeyleri de
Yaz yaz hikayeci yaz,
yaz yaz hikayeci yaz.
Aman hikayeci gel bizim öykü köyüne, bizim halları yazma
Bilmeden güzellediğin taşrayı yazma
Bir de bizim hiç afilli olmayan kasabayı da
Yaz yaz hikayeci yaz,
yaz yaz hikayeci yaz.
Kaybetmiş, looser kulları yazma
Onlara aldanıp yolundan azma
Şehrin romantize edilebilecek semtlerini yazma
Bir de romana benzemeyen öyküleri
Yaz yaz hikayeci yaz.

Şöhret budalalığından sapıtmışları yazma
Abartılmış erkek-kadın öyküleri yazma
Aforizmatik laflarla dolu öyküler yazma
Mesela bir çekyatın tek başına duruşunun öyküsünü
Yaz yaz hikayeci yaz,
yaz yaz hikayeci yaz.

2.Ağustos.18

Refik Halid Karay’dan devamla: Edebiyat tanrısının işine bakın ki Adnan Ötüken Kütüphanesindeki görevli yardımsever ablanın da yardımıyla Memleket Yazıları dizisinden bulabildiğim tek Refik Halid kitabı da bir seyahat kitabı çıktı: Bir Denizden Bir Denize. Nedir, bu sefer Anadolu’ya değil de Evropa’ya, hatta bu yaşlı kıtanın şimaline iki seyahat gerçekleştiriyor Refik Halid Bey.

1956 yılındaki ilk seyahatinin başlarında, henüz Napoli’deyken, İtalya’nın çok da “büyütülecek” bir yer olmadığını düşünür ve ekler: “Bu sefer, ben küçüklük duygusu ile gezmeye karar verdim. Tanzimat edebiyatı gibi, Tanzimat zihniyeti, yani aşırı Garp hayranlığı için sebepler azalmıştır; birbirimize benzemişiz.”

Çünkü, söz gelimi, yırtık pırtık ve kirli sandığı “bizim” paraların yeni ve temiz olduğuna varır. Çünkü İtalyan paralarının fersudeliğinden iğrenir. Paraların üstündeki yazıları sökmek bile imkansızdır.

Nedir Napoli’den çıkıp Barcelona’ya, Fransa’nın Havre Limanı’na, oradan Britanya’ya ve Norveç’e uzanınca işler değişir. Norveç’te gördüğü taksi şöförlerini toplasa adeta bir “Âyan Meclisi” çıkacaktır ortaya. Ya Fransa’nın tirenleri, o ne müthiş mübalağadır, bakınız: “Öylesine rahat gidiliyor ki, âdi vagonda yazı yazmak mümkün oluyor, vagonlarda pirinç tanesi üzerine Yasin yaz!”

Refik Halid Bey’in üslubu öyle nefis ki kendimi tutmasam alıntıya boğabilirim buraları. Yer yer döneceğim bu kitaba ama Refik Halid’in güzergahını çizdik de kendi rotamızı belirlemedik sevgili okur!

İşe bakın ki John Steinbeck’in “Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında” kitabına da el attım bugünlerde. Adından anlaşılabileceği üzere, bu kitap da bir seyahat kitabı.

Eh diyorum, ömrüm vefa eder de bu iki kitabı bitirebilirsem, sonra da güzel bir yemeğin üstüne içilen türk kahvesi ve cigara gibi, Haşim’in “Frankfurt Seyahatnamesi”ni okuyayım.

Bu kadar seyahat yazısı okuduktan sonra biz edna kulunuzun da Ecnebi memleketlerinden birine seyahat etmesi lazım gelir amma dış güçlerin habis oyunları neticesinde Evro’nun yükselmesi, elimizi kolumuzu bağlamakta. Gitsek gitsek zeytin ve incir ağaçlarının ülkesine gideriz, kadim Pergamon Krallığı topraklarına avdet edebiliriz ancak.

***

Latif Kelimeler

alil, ünsiyet, fersude(lik), partal, peşkir, allame, evsaf, beynelmilel, hayırhah, mükafat, ve fakat, adilane, zinhar, değil, varsıl, şavk, ziya, ışık, kırlent, şıra, boza, şahit, müşahit, tanık, tansık, merih, kanlı, kamer, lalezar, havadar, havagazı, sabık, müyesser olmak, zayiat, sergüzeşt, tirşe, fasıla, cümle kapısı, gussa, mahruti, teşyi etmek, ücra, tenha, ehram, izahat, eleğimsağma, palaspare, içerlek, hendese, riyaziye, tenzil, tenzilat, cürüm, ceraim, irtifa, meyus, zevahiri kurtarmak, cesamet

***

Salâh Bey’in “Dört Köşeli Üçgen”in uluslararası gözlemcisi kadar olamasam da benim de gözlemlerim oluyor elbet. Her gün müşahede ettiğim şeylerden biri de şu: Edebiyat okumayan, iyi edebiyat okumayan (ya da yeterince okumayan) er ve de hatun kişiler çok net. Şiarları sıkıntı yok, aynen kanka! olan bu insancıklar açısından bir işin yapılacak tek bir yolu var. O yol esnemiyor, bükülmüyor, alternatiflere yer yok bunların duygu ve düşünce evreninde (hoş, buna evren değil de kasaba demek daha isabetli olur). Bir insanın özel ya da iş yaşamında (onlara göre) çok dar açılı bile olsa bir sapma göstermesine zinhar anlam veremiyorlar. Hoş, böyle katı gerçekçi olan yazarlar da var, yok mu?

7.Ağustos.18

“Bana hikaye anlatma kardeşim!” (Mazeret uydurma, yalan söyleme)

“Tam bir tiyatro!” ya da “Çadır tiyatrosu!” (Uyduruk kaydırık yapılan işler için)

“Felsefe yapma oğlum” (Lafı uzatma, düşünce belirtme, düz konuş)

İşte size bir milletin sanata, edebiyata, felsefeye bakışını yansıtan; hepimizin illa ki duyduğu, karşılaştığı sözlerden birkaçı.

***

Sosyal medya (platformlar, bloglar, okur siteleri) sayesinde yazar’ın dokunulmazlığı kalktı ortadan. İyi de oldu hani. Yazarın kendisi sosyal medya kullanıyorsa hele, okurun kimi zaman gerekçelendirilmemiş (zaten böyle bir zorunluluğu yok okurun) kanaatleriyle karşılaşabiliyor. Binbir emekle, ter dökerek yarattığı eseri hakkında okurun yekten “beğenmedim”iyle yüzleşmek zorunda. Laf yetiştirmek gibi bir handikaba da düşebilir, kendi bileceği iş, ama en güzeli bunlardan faydalanmaya bakmak (faydalanılacak bir şey olmasa bile, birinin yazdıklarınızı yerden yere vurmasını görmek de başlı başına bir talim ve terbiye). Yazan kişiler bunu yapmıyor, beğenmedim demekten imtina ediyor. Nedir, yazmayan, yazmaya niyeti de olmayan okurun kimseye eyvallahı yok. Ezcümle: okur acımasızlığı, yazarın geri bildirim alması açısından bakıldığında da iyi bir şey.

***

Hikaye deyince… Öykü mü hikaye mi? Ortak arkadaşlarımız sebebiyle bir okur toplantısında bir arada bulunduğumuz eski bir editör (böyük yayınevlerinden birinin editörüydü eskiden), “öykü ne yahu! hikaye o hikaye!” demişti sinirli sinirli. Ben de zaman zaman arada kalıyorum, ne diyeceğimi bilemiyorum. Nedir, çoğun öyküyü tercih ediyorum. Öykücü dostum Pelin Buzluk, bu ayrıma dair küçük bir kavramsallaştırma teşebbüsünde bulunmuştu birkaç yıl evvel. (Bknz: Öykü ve Hikâye). Büyük oranda katılıyorum bu ayrıma.

Bir de ek: Size bir hikaye anlatayım, sonra da oturup öyküsünü yazayım. Neyin öyküsü olacak şimdi bu? Size anlattığım hikayenin öyküsü mü? Yoksa size hikaye anlatışımın öyküsü mü?

Bize hikaye anlatma oğlum Onur, dünlük yaz!

Onur Çalı