Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

a5e06-hatice2bg25c325bcnday2bsahman

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Çok klasik olacak ama, çocukluğumda başlayan okuma tutkusu, belli bir aşamadan sonra yazma arzusuna dönüştü. Üniversitedeyken yazdığım gazete haberlerine, hocam Nevzat Dağlı’nın, “Senin kalemin gazeteciliğe değil, edebiyata daha yatkın, roman ya da öykü yaz,” demesi her zaman aklımın bir köşesindeydi, yazabileceğimi, yazacağımı biliyordum. Üniversitede yazmaya ve okumaya ilişkin, başta Emin Özdemir olmak üzere çok yetkin hocalarımdan edindiğim bir bilgi birikimi zaten vardı. Ama bütünüyle yazmaya, okumaya odaklanabileceğim geniş zamanlar bekledim. O zaman gelince de teknik anlamda yardımcı, yol gösterici olabileceğini düşündüğüm yazma atölyelerine katıldım. Atölyelerin bana sağladığı en büyük fayda çalışmalarıma ivme kazandırması oldu. Çalışkan bir öğrenciydim 🙂 Ve böylece peş peşe yazılmaya başladı öyküler.

Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?

Yazarken herkesin bir meselesi var. Zihnimde, yüreğimde yıllardır biriktirdiklerim, paylaşmak istediklerim, tanık olduğum yaşam kesitleri öykü formuna daha uygundu. Bunları roman kurgusu içerisinde veremezdim, romanda olması gereken bütünlük unsuru beni sınırlandırabilirdi. Öykü kalemime özgürlük sağladı. Son yıllarda özellikle öyküyle iç içe olunca da kendiliğinden oluşan bir sonuç da diyebilirim.

Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?

İlk kitaplar için, siz de bilirsiniz, efsaneler dolaşır. Büyük yayınevlerinde cevap verilmeden aylarca bekletilen dosyalar, şu an çok ünlü yazarların dahi ilk kitaplarını kendi imkanlarıyla bastırması vb. Bunları düşünerek, ilk kitap için geç kalmış olduğumu da bilerek büyük büyük yayınevlerine göndermedim dosyamı. Ankara merkezli bir yayınevine gönderdim. Şimdi şöyle bir şey var, o yayınevinden çıkmış öykü kitaplarına baktım, benim dosyamın da kabul edilebileceğini düşündüm ki aldığım duyumlara göre (resmi bildirim olmadı) basılacaktı, ama olmadı. Bu arada adet yerini bulsun diye sadece bir de büyük bir yayınevine gönderdim. Onlar da adettendir diye makul bir bekletmeden sonra kabul etmediler. Sonra bir diğer Ankara yayınevine gönderdim. Makul bir beklemeden sonra, oradan da olumsuz cevap geldi. Burada benim takıldığım nokta dosyanın kabul edilip edilmemesi değil. Bakın hiçbir yayınevini bir gerekçe göstermedi. Büyük ya da küçük her yayınevinin kendine ait yayın politikası var, yayınlamayabilirler ama naçizane bir iki cümle yazsalardı, o kadar emek verip okuyorlar, değil mi? Yani efsanelerden payıma düşen deneyimi ben de yaşadım. Üzücüydü, sıkıntılıydı ama pes etmedim. Bu arada dosyaya yeni öyküler de ekledim. Ayizi Yayınevi’nden beğendiğim bir yazarın kitabı çıkmıştı, biraz onu referans aldım. Ve dosyamı onlara gönderdim, beklediğimden çok daha kısa sürede olumlu dönüş yaptılar ve bundan sonrası çok hızlı gelişti. Ve ben şimdi kitabım iyi ki bu etiketle çıkmış diyorum. Doğru adres Ayizi’ymiş. Butik bir yayınevi olmasına rağmen Ayizi kendine özgü bir çizgisi olan, feminist bir yayınevi.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?)

Kitabın yayıma hazırlama sürecinde Neslihan Cangöz’den editörlük desteği aldım, çok yerinde bir takım önerilerde bulundu. Editörümden tabi ki razıyım, umarım o da aynı düşüncededir. Ama bunun dışında destek noktasında belirtmek istediklerim de var. Öyküler henüz taslak aşamasındayken, sağ olsunlar eleştiri ve önerilerini esirgemeyen yazar dostlarım oldu. Bir de benim de dahil olduğum bir okuma grubunda, (daha dergilerde bile yayınlanmadan) paylaştığım öykülerim oldu. Oradaki arkadaşların okur olarak yorumları da benim için çok kıymetlidir. Örneğin Kırmızı Etek isimli öykümü grupta okuduğumuzda, farklı yaş gruplarındaki kadınlardan (ki yaşı yetmişin üzerinde olanlar, daha gelenekçi yaşam anlayışına sahip olanlar da var) aldığım tepkiler hep dayanak noktası oldu. Çünkü sonraları bu öyküye ilişkin gelen müstehcenlik imalarına rağmen, Kırmızı Etek o kadınlar sayesinde kitaba girdi ve kitaba adını verdi. Ve diğer öyküleri yazarken de oto-sansürle kendimi sınırlamadım.

İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun?

Olağanüstü değişimler olmadı yaşamımda, bu yönde bir beklentim de yoktu. Ama çok mutlu eden olaylar oldu. Özellikle hiç tanımadığım okurlardan gelen geri dönüşler beni çok heyecanlandırdı. Hiç tanımadığınız birisi kitapla, öykülerle ilgili bir şeyler yazıyor, (hatta bu kişilerle daha sonra tanıştık), ya da kitap fuarında yine tanımadığınız birisi geliyor ve sizi soruyor. Kitabımı bir kitapevinin ya da kütüphanenin raflarında, o çok sevdiğiniz kitapların arasında görmek. Bunlar çok kıymetli, çok özel duygular.

Telifini alabildin mi/alabilecek misin?

Ayizi Yayınevi bu konuda sanırım oldukça titiz, kitabın yayımlanmasından hemen sonra aldım telif ücretini.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin?

Atölye süreciyle birlikte yazmaya başladıktan kitabın yayımlanması arasında yaklaşık üç yıllık bir mutfak süreci oldu. Öykülerim Dünyanın Öyküsü, Lacivert, Deliler Teknesi, Ekin-Sanat, Karahindiba, Edebiyatist ve internet üzerinden yayın yapan dergilerde ve dört ayrı seçkide yayınlandı. Kırmızı Etek dergide yayımlanan ilk öykümdür, hoş bir rastlantı. İlk kez bir dergide öykümü görmek, kitabımı elime aldığım andaki kadar heyecan vericiydi. Bu aynı zamanda sizi yeni öyküler yazmaya da teşvik ediyor, cesaret veriyor, güven kazandırıyor. Edebiyat dergilerini olanaklarım ölçüsünde takip etmeye çalışıyorum, çok besliyor beni. Bilirsiniz, mutfakta ne kadar zaman harcarsanız, yaptıklarınız o oranda lezzetli olur. Üstelik en içten, en sıcak sohbetler de mutfakta olur. Yani dergilere öykü göndermeye devam.

Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bu anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?

Kitap yayınlandıktan sonra yakın çevrede özellikle annemin tepkisi benim için büyük kazanım oldu. Artık “Oku, oku ne olacak?” demiyor 🙂 Ama kitap söylediğiniz anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı sağlamadı, yani böyle bir şeye zaten ihtiyacım yoktu. Eşim de oğlum da yazmayı ve okumayı ne denli sevdiğimi ve önemsediğimi biliyorlardı. Destek oldular ve oluyorlar. Ek olarak şunu söyleyebilirim: Kitabı “Can’lara” ithaf etmem, oğlum Can’ı ayrıca mutlu etti. Arkadaşları arasında havası oldu yani.

Peki, bundan sonra?

Bundan sonra da bugüne kadar olduğu gibi okumaya ve yazmaya devam. Fakat şöyle bir durum var, yazacağım yeni öyküler ilk kitaptakilerden daha iyi olmalı, çıta biraz daha yükseldi. İlk kitabın beğenilmiş olması, size aynı zamanda bir sorumluluk ve zorunluluk yüklüyor. Yerli ve yabancı bizden önce yazılmış o kadar iyi eser varken, yeni ve nitelikli bir şeyler üretmek zaten zor. Yazacağım diyorsan, insanların senin kitabını almalarına, okumalarına mutlaka değecek nitelikle yazman gerekir diye düşünüyorum ve bu yönde emek veriyorum.