Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.
Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar [yazarlık illa kitapla olunabilen bir şey midir emin olmasam da] olmaya giden sürecin, Harry Potter serisini okumamla başladığını söyleyebilirim. Beşinci sınıfın yazında, Felsefe Taşı, Sırlar Odası ve Azkaban Tutsağı’nı okuduktan sonra, bugün baktığımda düpedüz taklit diyebileceğim, hacmi matematik defterimin kalan sayfaları kadar bir fantastik uzun öykü (roman?) yazmıştım. O yazdan sonra öykü yazmanın peşini, sınav zamanları gibi belli dönemler hariç, hiç bırakmadım. İlginç olmayan bir şekilde canımın yazmayı en çok istediği dönemler de bu vakitlerdi. Aklıma gelenleri, not alarak, öyküye dönüştürebileceğim geniş zamanlara ötelerdim. Üniversitede bu ertelemenin sonunun asla gelmeyeceğini, içimden geleni daha fazla baskılamamam gerektiğini fark ettim. Böylelikle yazıp yazıp biriktirmeye, okuduklarımın üzerine inşa etmeye çalıştığım bakış açısıyla metinlerimi elden geçirmeye, tamam olduklarını hissettiğimde de yakınlarıma okutmaya, takip ettiğim dergilere göndermeye başladım. Çok geçmeden, Ev Yapımı Hüzünler geldi.
Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?
Yazarın bağımsız olarak yazma uğraşını belli bir türde yoğunlaştırabileceği düşüncesine katılmıyorum. Daha doğru ifade etmem gerekirse, yazılanın türünü belirleyenin yazardan ziyade anlatılan olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar yapılan sayısız tanıma ek olarak, benim için sıkı bir yazar anlatacağı şeyin gerektirdiği türü bilip ona göre davranabilendir de. Haldun Taner Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu’da anlatacağı şeyin tür olarak öyküyü gerektirdiğini çok iyi bildiği için bu nefis öyküyü kaleme aldı.
Ev Yapımı Hüzünler’de anlattıklarım öyküyü gerektirdiği için ya da en azından ben öyle düşündüğüm için bu türde yoğunlaşmış oldum. Gün olur anlatacağım şey beni bir roman ya da bir oyun yazmaya ayartırsa uğraşım ister istemez o türe yoğunlaşacaktır.
Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?
Ev Yapımı Hüzünler, yazarı gibi, gezmeyi epey seven bir kitap çıktı: Dosya halinde, yerli edebiyat dediğimizde akla ilk gelen yayınevlerinden yedi tanesini gezdi. Bu içten içe beklediğim de bir şeydi. Ama şaşırtıcı şeyler de geldi başıma. Örneğin, “yaşamadığın dönemi yazamazsın,” cevabı aldım bir editörden. “Yazacağın dönemi iyi bilmelisin,” haklı bir eleştiri olabilirdi. Ama “yaşamadığın dönemi yazamasın,” demek bütün tarihi kurmaca birikimini çöpe atmak anlamına geliyordu. Tuhaftı. Bir başka yayınevi sitelerinde yazan azami değerlendirme süresinden 6 ay sonra dönüş yaptı. Kafamda belirlediğim listede, yedinci olarak, denemediğim Notabene kalmıştı sadece. Burası da olmasaydı dosyayı rafa kaldırıp yeni bir dosyaya başlayacaktım.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?)
Yazdıklarımın ilk okuru en yakın arkadaşım oldu/oluyor genellikle. Yine yakın çevremde edebi zevkine güvendiğim birkaç kişi daha okuyup düşüncelerini söylüyorlardı. Ev Yapımı Hüzünler’deki öykülerin nefes almasında onların katkıları çoktur. Dosyanın Notabene’den kabul aldığını, kitabın editörü de olacak, Sibel Öz’den öğrendim. Baharın başlarında olduğumuz bir tatil günü arayıp, dosyayı yayımlamak istediklerini belirtmişti. Sesindeki enerji, dosyamı ona emanet edebileceğime dair bir güven vermişti bana. Bugün kitabın macerasına baktığımda pişman değilim, elbette razıyım ondan.
İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun?
Bir kitaptan, yalnız kalarak yazılan bir şeyden, “kalabalık” ummadım hiçbir zaman. Kendi yazdığımı, sevdiğim kitapçıda sevdiğim yazarların eserleriyle sırt sırta görmek, hiç tanımadığım birkaç kişiden beklemediğim bir anda güzel bir yorum almak kâfiydi. Ki bundan fazlası da oldu: Kitap hakkında birkaç yazı yazıldı, olumlu dönüşler gelmeye devam ediyor, şimdi ve burada bu soruları cevaplıyorum… Karşılık bulabilmiş olması sevindiriyor.
Telifini alabildin mi/alabilecek misin?
İlk dosyayı basacak bir yayınevi bulduktan sonra, telifi ne düşünüyor ne de öyle bir beklentiye giriyor insan. Hal böyle olunca kitabın ilk baskısından 50 adet aldım, yetti.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin?
Hiç vakit geçirmedim diyemem ancak çok vakit geçirdim de diyemem. Severek takip ettiğim dergilere yollamaya çalıştım. İlk öyküm sonradan dosya editörlüğünü de üstlendiğim Peyniraltı Edebiyatı’nda yayımlandı. Sonraları Galata Dergisi, Fora Fanzin, Evrensel Kültür, Varlık, Altzine, Öykü Gazetesi…
Sarnıç’ta yayımlanacaktı, dergi kapandı.
Öykü dergilerde yaşamaya, dergiler edebiyatın mutfağı olmaya devam ediyor gerçekten. Şimdilerde takip ettiğim, yeni öykülerden yollamayı istediğim Öykü Gazetesi ve Öykülem var.
Ancak Raymond Carver’ın kötü taklitlerini iyi öykü diye sayfalarına taşıyan veya her sayısında birkaç sayfasını, yazılanı daha görmeden, aynı yazara rezerve eden örnekler de yok değil.
Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bu anlamda bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?
Yakın çevrem, kitap yayımlanmadan önce de, yazıyla ilişkimde ciddi olduğumun farkındaydılar. Ancak kitabın bu kadar erken geleceğini beklemiyorlardı. Bu anlamda Ev Yapımı Hüzünler’in bana bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdığını söyleyemem, tam tersine, yazdıklarımdan eskiye nazaran daha fazla sorumlu olduğumu hissettiriyor.
Peki, bundan sonra?
Bundan sonra? Kafamda, notlarımda biriken yeni şeyler var. Olmasa dahi, ülkemiz yazmak isteyenler için malzeme deryası… Yazmaya, okumaya devam. Yolun, barışın ve hikâyelerin bizimle kalması için anlatmaya devam!
Sömürü düzeni böyle işte; emeğinin karşılığını vermeyenlere/eksik verenlere karşı açıklamayı/savunmayı da emeği sömürülen yapıyor… Şu telif cevapları çok üzüyor beni vesselam…