
Biri söylesin kırkayağın kırkının da bir olmadığını
Ihlamur kokulu akşamlarda, var olmamışlığın ağrısı
Giderek yayılan hiçliğin yüzüme durmaksızın haykırışı
Ah, ben dolanırdım güneşi tam dört defa ellerini kuşanıp
İşte gövdeme uzanan bir avlu, saçlarım göğe uzanırken
Bilmediğim ayinlerde yığılır kalırım öyle kendime
Sarıp sarmalar beni bir kayanın ardındaki yokluk
Sarıp sarmalar beni vücuduma serpilen küçük ellerim
Hiç bilmedim, suyun eşiymiş kabuk bağlayan yara
Sonra bir taşın oyuğundan başladım kararmaya
Sonra kendime yeşillendim bir ovanın sırtı için
Dayanmak olurum en fazla böyle ağrıyan sırtlara
Bir yokuşun ne kadar eğimi varsa, o kadardım
Dedi, iyi sac olurum bir köyün kuytu köşelerinde
Küllerinin altımda toplandığı ekin zamanlarında
Mavi bir yazmanın yazgısına sessizce bakarken
Gördüm, bir körün gözüyle daha güzeldi hayat
Bilmiyorum,
Kaç hüzün niteliğinde, bu göğün sonsuz yankısı
Çivi çakılırken bir tahtanın sızlayan yanlarına
Meryem Coşkunca
yüreğine sağlık, şiirin pek görünmez olduğu zamanlarda inatla şiiri savunmak ve üretmek, yaşamın şiirden ayrılmazlığını hatırlatmak çok değerli bir emek. şiirle
sevgiyle kal