Nasıl geldim buraya, neredeyim? Sanki uçaktan paraşütle atılmış gibiyim. Ne bir insan ne bir bina. Şehir uzaklarda olmalı ki hiç motor gürültüsü yok.
Belki yürüyerek geldim. Evet, evet yürümüş olmalıyım. Hatta bir dere geçmişim ki ayakkabılarım hala ıslak. Bu ceket? Ben ceket giymem ki. Kadife pantolonum benim. Sütlü kahve. Esnek. Bu eski gömleği ne vakit giydim?
Her yeri otlar sarmış. Saçmaladım, tabii ki burası onların dünyası, yanlış yerde olan benim. İşte şu yabani yulaf, nasıl narin, nazenin salınıyor. İnsanlığı besleyen kadim bitkilerden. Fiğler zifir yeşil, ayrıkotları yayılmış. Graşınalar en güzel mavilerini, ebegümeçleri morlarını giyinmiş yine. Sütleğenler tohuma durmuş. Canım papatyaları ne zamandır böyle parlak görmemiştim. Sarısı göbeğinde resim yaptırır insana. Ressam olup yaşamalı buralarda.
Yorgunum. Çok yorgun. Ayaklarım da şişmiş. Biraz dana yürürsem birilerine rastlarım belki. Şu ilerideki sarılık buğday tarlasına benziyor. Arpa da olabilir. Çoğu zaman karıştırır insanlar ikisini. Ah, bir ev var sanki ilerde, çatısı kırmızı. Parlıyor güneşte.
Buğdaymış. Başaklar çok güzel. Kocaman ve dolu dolu. Eğilmeleri bu yüzden. Birini ufalayıp taneleri ayırayım. Yapışmış kundağına taneler. İki haftaya ayrılır. Taneleri çiğneyince süt gibi aktı içi. Süt dişi buradan çıkmıştır belki.
Çatısı kırmızıysa yenidir o ev. Mutlaka biri vardır içinde. Kiremitleri kararmış evler yaşlı ve yorgundur insan gibi.
Başaklar dolanıyor dizlerime. Çocukken, yüzüme dolanırlardı içinden geçerken. Dizlerim de ağrıyor artık. Dinlensem mi?
Ev küçükmüş yaklaşınca bile. İki odalı olmalı, çünkü iki penceresi var. Fakat ne tuhaf ki bacası yok. Bu evin bacası olsam; sabah ve akşam iki defa tüterim ince ince. Uzaktan bakanları bile ısıtırım. Bir incecik duman tüter bacadan, türküsünü düşürüm aklına gelip geçenin.
Belki bir kadın açar kapıyı. Güzel olmasa da olur fakat güzel bakmalı. Küçük kadınlar güzel bakarmış. Ninem derdi. Ninem küçücük bir kadındı belki bu yüzden.
Kapıyı çalsam mı? Ya açılmazsa, ya kimse yoksa?
Bir küçücük kadın açsa kapıyı. Gıcırdasa kapı inceden, buyur eder gibi. Tüy gibi dalsam evin serinliğine. Sonra bir yatak serse usulca, kimsin diye sormadan. Üç gün uyusam bi güzel.
Yok, madem güzel bakıyor uyumam o zaman. Elele tutuşur, hemen kapı önündeki şu küçük sekiye otururuz. İki kişilik bakarız ovaya ve geçip giden güne. Koca buğday tarlası sapsarı bir deniz olur, imbat esmiş gibi dalgalanır.
Konuşmaz, bir güzel susarız. Sarı denize bakarız. Sonra başım eğilir poyraz yorgunu bir başak gibi. Omzuna değer küçük küçük, saçlarına hem. Gözlerim kapanırken son bir çabayla sorarım; daha önceleri neredeydiniz? Susar. Bir daha soramam, susarım. Hem zaten bu omuzda uyusam, bir daha uyanmasam da olur artık.
Servet Şengül
Burcu Firdevs Demirağ’ın yukarıdaki çiziminden ilhamla yazılmıştır.