ac150-171252_133611680039334_6016683_o-2-1
Murat Darılmaz

Orta sehpanın ucunda taburesine oturmuş ödevini yapıyordu. Zorlandığı her halinden belliydi. Kalemi kıracak gibi sıkan parmakları kıpkırmızı kesilmişti. Uzayan saçlarının dipleri terlemişti.

Kalktı, yanıma geldi. “O”lar nasıl olmuş, dedi. Kötüydü. Sönmüş balonu andırıyorlardı. Bir kısmı iki satırı birden kaplıyordu. “Fena değil” dedim. Canını acıtmak istemedim. “Fena değil ne demek?” dedi. ‘Fena değil’i açıklamak zor geldi. Üşendim. Okuduklarıma dönmek istedim.

“Daha iyi olabilirdi” diyerek kestirip attım; “Diğer sayfaya tekrar yaz.”

“Ama annem ne yapsam beğeniyor” dedi. Ukalaca. Gitti oturduğu yere tekrar. Kanepemden kalkıp yakınındaki kanepeye gittim, oturdum. “O”ları tersten çiziyordu. Çok fena. Hızlı hızlı hem de. Keyif almıyordu. Annesi gibi hızlı iş yapmak istiyordu. Belki de bir an önce televizyon seyretme hayali vardı kafasında. Belki değil kesin vardı. Kızmak da gelmiyordu içimden.

Bir yandan ben de birikmiş dergilerimi okumayı sürdürüyordum. Ne çok birikmişti. Hafta sonum iptaldi. Malum, çocukla ilgilenmek, tüm zamanımı ona vermek. Hafta içi ise iş, güç, yorgunluk..

Bitirmiş. Gözümün içine sokarcasına defteri yaklaştırdı. Defteri aldım sehpanın üzerine koydum. Daha iyiydi ama çok da güzel sayılmazlardı. Beğenmediğimi anlamış olacak ki; “Sen öyle diyorsun ama şu yıldızlara bak” diye bana eski sayfalardaki çift yıldızları göstermeye başladı. Ona çekmişti belli. İnat.

Bu yüzden mi sıkılıyordum. Yani istediğim gibi olmadığı için mi, yapmam gereken işleri yapmamı engellediği için mi, annesinden dolayı mı, yoksa kapıcımızın geçenlerde söylediği söz mü beni sürekli rahatsız eder olmuştu. Tırnaklarını geçirircesine, benden hazetmediğini itiraf edercesine belki de; “Abi bu çocuk sana hiç benzemiyor” demişti. Bir çocuğun babasına benzetilmesi gurur verici bir durum olmasa da böyle aniden ‘sana benzemiyor’, ağır gelmişti. O, tırnaklarla derimi çizmişti. Daha da derine etime geçmişti. Kapıcının sesli okuduğu gazetenin kulaklarımın içerisinde zonklamasına engel olamamıştım: “Çocuğunun hastalanmasıyla hastanede yapılan kan tetkikleri sonucunda kendi çocuğu olmadığını tesadüfi bir şekilde anlayan baba, mahkemeye dava açtı. Eşi ve çocuğu için nafaka ödemeyi bıraktığı gibi geçmiş dönemlerde ödediği nafaka ücretlerini de faiziyle geri istedi.”

“Bugünlük yetmez mi baba.” Gözlerindeki sıkılmayı anlamıştım; “Tamam yeter.” Bana baba demesi o an garip geldi. Sehpanın yanından uzaklaştım. Pencerenin yanına doğru gittim. İçimde feci halde sigara içme isteği uyandı. Hafta sonları evde o varken içemiyordum. Pencereden kapalı havayı seyretmeye başladım. Yağmur ha yağdı ha yağacaktı. Televizyonu çoktan açmış çizgi film kanalları arasında gidip geliyordu. İçimde tarif edilmez bir sıkıntı ile yanımdaki konsolun çekmecesine sakladığım sigara paketinden bir tane sigara çektim avucumun içine sıkıştırdım. Konsolun üzerinde duran üçümüze ait fotoğraflı çerçeveyi ters çevirdim. Her hafta sonu onu oraya çıkarmak bir görev gibiydi. O sevinsin diye.

Balkona çıktım elim titrercesine hemen bir sigara yaktım. Ara ara da kapıya kayıyordu gözlerim. Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Cam balkona vuran damlalar, keyifsizliğimin pusunu çözmeye yetmiyordu. Dalıp gitmemi mutfaktaki buzdolabı motorunun birden çalışması engelliyor, dalacakken tekrar çalışıp duruyordu. Düşüncemi toparlamakta zorluk çekiyordum. Hafif aralık olan camı iyice açtım. Dışarıdaki yağmur ve toprak kokusunu içime çektim.

Gitmesi, beni artık sevmemesi değil de en çok aynı okulda beraber çalıştıkları müdürle birlikte olmaları koymuştu. Olanları reddedemedi. Af dilemedi veya dileyemedi.

İçeriden çıkıp geldi. Duman kalmamıştı. Kül tablası da saksıların arasındaydı. “Baba bu gün dışarıya çıkmayacak mıyız?” Gözlerine donuk donuk baktığımı kollarımı sarsınca anladım. “O ikinci yıldızları atan..” duraksadım, çocuk için yanlış bir soruya doğru gidiyordu cümlem. Yine de sordum; “Evde mi atıyordu.” Kafasını salladı. Şımarıkça. Umursamazca. Belki de öyle değil.

“Yağmur yağıyor, bu gün zor dışarı çıkarız.” O içeri geçti ben üşüyene kadar balkonda kaldım. Titredikten sonra ben de içeri geçtim. Konsol çekmecesine çağmağı koyarken makası gördüm. Bir an durakladım. Yapıp yapmamakta kararsız kaldım. Televizyona dalmıştı yine. Makası saçına vurduğumda bir tutam saç elimde kaldı. O, hiç bir şey hissetmedi. Saçı kavanoza koydum.

Murat Darılmaz