Kavramlarla düşünmek sadece akademisyenlerin işi değildir. Biz sıradan faniler de yaparız bunu, yapmalıyız da! Çünkü kavramlarla birlikte düşünmek düşence alanımızı genişletir. Mesela pogrom diye bir kavram var. “Dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleri” olarak tanımlanıyor basitçe. Sonra soykırım var.
Peki soralım: kadınlara karşı yapılan zulmün adı ne? Benim gördüğüm hiçbir tanımlama karşılayamıyor gerçeğin vahşetini. Aslında binyıllardır yaşadığımızın adı şudur: Kadın Pogromu.
En başa dönelim. Aden’li Lilith. Tu kaka. Kızıldeniz’le düzüşüp cinler doğurmuş. Sonra hemen Havva, şeytanla işbirliği yapıp Adem’i kandıran. Burada hiçbir dini aklayacak değilim, sonuçta hepsi insan ürünü. Ama söylemeye bile gerek yok herhalde, kadına karşılık bakımından hiçbir doktrin Yahudi-Hıristiyan geleneğiyle yarışamaz. Net!
Öyle ya da böyle, Lilith’ten tutun da İskenderiyeli Hypatia’ya kadar, Olympe de Gouges’dan Ayşe Paşalı’ya kadar yüzyıllardır süren bir katliam yaşıyoruz.
Peki neden? Şunu kabul ederek başlasak iyi olur: Şu anda dünya olarak bildiğimiz coğrafyada yürütülen tüm faaliyetlerde –belki buna doğum bile dahil– erkek egemen zihin ve kültür hakim. Bilirsiniz, her türlü üstünlük iddiası “aşağı” olanı ezmeyi, aşağılamayı, giderek nesneleştirmeyi ve bunların bir çeşitlemesi olarak öldürmeyi getirir beraberinde. Yaşadığımız budur.
Kadınla erkeğin farklı olması durumu eşitsizlik olarak algılandığı için, kadın edebiyatçıların kendilerine kadın şair/yazar denilmesini istemediği bir yer burası, düşünün artık.
Ama buna gelene kadar daha “ciddi” ve “önemli” sorunlarımız var. En temel haklardan yaşama hakkı ellerinden alınıyor kadınların. Ve bu katliama, “bayan” diyenler ya da “kadından iyi şöför olamayacağına kalıbını basan” zararsız söylemler ya da kutsal annelik mitini besleyenler odun taşıyıp duruyor. Hepimiz, patriyarkanın her türlü düşünce ve sistemi yedeğine alarak sürdüğü bu pogrom için –farkında olarak ya da olmayarak– çalışan askerleriz. Bunun farkına varıp arınmadıkça bu pogrom devam edecek.
Son günlerde sosyal medyada “çocuk gelinler” hakkında bir imza kampanyası yürütülüyor. Kadın pogromuna karşı yürütülen her türlü karşı çıkış o kadar değerli ki, anlatılmaz. Ama sanki dilekçe verince (hem de sanal) her şey çözülecekmiş gibi davranmayalım n’olur. Hepimiz, hepimiz, daha fazla şey yapalım. Erkek olduğu için, gene aldı sazı eline, erkekleri anlatıyor diye düşünülmesin için susuyorum. Yoksa bu pogromu besleyen zihniyet, erkeklere de çok çektiriyor aslında. Her şeyi geçtim, şu anda herhangi bir erkekle herhangi bir kadın arasında sağlıklı bir ilişki kurulması mümkün değil. Kadının bu kadar nesneleştirildiği, bedeni hakkında hiçbir söz sahibi olmadığı ve bedeniyle ilgili tasarruflarıyla (açılsa da kapansa da yarı açılıp yarı kapansa da) illa ki rahatsızlık uyandırdığı bu ortamda hiçbir ilişki sağlıklı olamaz. Buradan romantiklere sesleniyorum: Aşk filan da olmaz, dağılın gençler! Bu bataktan mücevher çıkmaz, boşuna boncuk aramayın.
Bakın Ortaçağ’da nasıl bir inanış varmış, Hande Öğüt’ten aktarıyorum: “Ortaçağ Avrupası ise kediler için büyük zulüm dönemidir. Kadınların ve kedilerin, cadı, şeytanın işbirlikçisi olarak yayıldıkları bu 450 yılın ilk büyücü davası İngiltere’de görülür. 1489’da Malleus Meleficarum, cadı avlarının el kitabı olan ‘Cadıların Çekici’nde, sol omuzlarında şeytan işareti anlamına gelen bir yarayı, sürekli beslenen bir hayvanı (kuş, kedi, vb) ve uzun kızıl saçı cadılığın işareti olarak gösterir. Cadıların, kedileri kendi kanlarıyla emzirdiklerine, bu nedenle kedili kadınların üç memeli olduğuna inanılır.”
Tarih böyle saçmalıklar ve katliamlarla dolu.
Daha ensest var, daha ekonomik şiddet var, sözlü şiddet var. Bitmiyor. Daha, “farklı” dedikleri cinsel yönelimler ve cinsel kimliklere karşı yürütülen zulmü hiç konuşmadık. Bülent Ersoy’un sözde mizahla linç edilmeye çalışılması. İşte en son caanım İsa…
Biliriz, hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Yani? Yanisi unuturuz.
***
Bizim unutmamamız için yazanlar vardır, çoğu da başarısız olur (istisnası Galeano’dur; o unutmaz ve unutturmaz). Unutmamak için kendimiz yazmamız, sonra kendimizi silip yeniden yazmamız lazım.
Hafıza bekçisi Galeano da Aynalar kitabındaki şeytan çeşitlemeleri diyebileceğimiz sıralı metinlerin birinde bahseder Cadıların Çekici anlamına gelen Malleus Maleficarum adlı kitaptan ve tamamlar:
Papa III. Honorio kararını vermişti: Kadınların konuşmaması lazım. Zira dudakları, insanlara büyük sıkıntılar yaşatan Havva’nın lanetini taşır.
Sekiz asır sonra bugün, Katolik Kilisesi hala kadınların kürsüye çıkıp konuşmasına izin vermiyor.
Kökten dinci Müslümanlara kadınları sünnet ettiren ve yüzlerini örttüren de aynı korku.
Ve olası bir tehlikeyi atlatmış olmanın rahatlığı, çok tutucu Yahudilerin güne şöyle mırıldanarak başlamasına neden oluyor: Beni kadın olarak yaratmadığın için sana şükürler olsun Tanrım.
***
Aşağıdaki isimlere tıklayın. Berbat ve ayrımcı bir haber diliyle yazılmış da olsa, bu kadınları okuyun. Üşenmeyin, yorumlara başka kadınları ekleyin. Bu pogrom duruncaya dek!
Not: Daha derli toplu ve işe yarar bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Kader Erten, Ayşe Paşalı, Medine Memi, Esra Yalçın, Mirabel Kardeşler, Yadigar T, Giuseppina Pasqualino di Marineo, Mübarek T, Sevtap Pala, Nimet Çağan, Semra Ok, HG…
Bu kadınların haberlerini netten derlerken, katliam haberlerinin altına “tayt çılgınlığı”, “18’lik bilmemkimin görülmemiş fotoğrafları” diye fotoğraf galerileri koyan gazeteler…
Ne yapmalı, ne yapmalı!
Ozan Çororo