Hayatın mırıltısı, öfkeli bağırışlardan –her zaman daha değerlidir. Bu anlamda, Türk filmlerine gitmek istemeyen seyirciler için mırıltıdan çok gürültüyü sevenlerdir desek fazla abartılı bir genelle mi yapmış oluruz? Belki. Ama yine de sinema izleyicisinin, ülkesindeki genç-yaşlı yönetmenlerin neler yaptıklarını merak etmemesi ilginç bir durum. Bu aslında, sinema izleyicisi olan muğlak kitlenin sinemadan ne beklediğiyle de ilgilidir. Sanat sevicisi mi yoksa tüketicisi mi? Bir filmde görmeyi umduğu şey ne? Sorular sorular.

146cd-fft64_mf1132071

Pelin Esmer’in 11’e 10 Kala‘sını da izlemiş ve çok sevmiştim. Bu yüzden vizyona gireceği tarihi gözetliyordum Gözetleme Kulesi’nin. Kısaca özetlemek gerekirse, kendi hikayelerinden kaçan iki insanın –Seher ve Nihat’ın– bir hikayede buluşması. Rastlantı (“öyle denk geldi”). Tabi bu kadar değil. Suç, suçluluk, vicdan, ensest gibi daha bir sürü şeye temas eden bir film.

Son günlerde üst üste sinema ve tiyatroya gittim, film izledim. Öyle denk geldi. Pelin Esmer’in yeni filmi Gözetleme Kulesi’ni geçtiğimiz hafta iki kez izledim. Malum, insanda yazma isteği uyandıran şey iyidir. Bir şeyler yazmak zorunda hissettim ama sinema üstüne konuşmak zor iş. Gerçi kendinize “tüketici” etiketi yapıştırırsanız, çok kolay. Nitekim filmi ikinci izleyişimde, gösterimden sonra yönetmene yöneltilen sorular bu savımı doğrular gibiydi. “Sanat üretenle tüketenin bir araya gelmesi (imza, söyleşi, vs.) çok işlevsel mi acaba?” diye düşünmeden edemedim. Yine de Pelin Esmer, incelikle yanıtladı soruları. Bir “feminist abla” (tırnağın tırnağı içerisinde hatta) erkeklerin filmi anlayamadığını ima ederek bir “kadın olarak” teşekkür etti Pelin Esmer’e. İnsanlar gerçekten ilginç. Neyse. Filmdeki kadın bedenine ve kadına olan güzel mesafe için de ben bir erkek olarak teşekkür etmeliyim yönetmene. Az rastlanılır bir incelik ve duyuşun dışavurumudur bence bu tutum. Teşhir yok, ama sakınma da yok.

***

Pelin Esmer filmle ilgili bir söyleşide, “[S]uçluluk duygusu, birebir işlenilen bir suçla da bağlantılı olmayabilir. Suç işlemeden suçluluk duyabilir insan.” demiş. Bunu okuyunca, H. Ali Toptaş’ın güzelim romanı “Bin Hüzünlü Haz”ın ilk cümlesi düştü hemen aklıma: “Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor.” Bu iki cümle arasında bir paralellik var. Aslında hiçbirimiz suçlu değiliz, ama suçluyuz da. Malumunuz, masum değiliz hiçbirimiz.

Yine aynı söyleşide, “suçlu” dayı karakterini görmeyişimizi şöyle açıklamış yönetmen:

‘Kötü adam’ı cisimleştirip okları sadece ona yöneltip, kendimde ve izleyicide bir rahatlamaya izin vermek istemedim. Görmediğiniz bir karakter bazen gördüğünüzden çok daha ağır bir etki yaratabiliyor üstünüzde.

Belki de haklıdır. Bir “suçlu” bulup kurtulmak işin kolayı. Sosyolog değiliz ama o suçun neden işlendiğinin peşine düşmek belki de faili bulmak kadar önemli. O zaman suçlu olanın birazının da mağdur olduğunu anlayabiliriz belki (belki de hem mağdur hem suçlu olduğunu).

Bunun erkeklikle/kadınlıkla değil kapitalizm-patriyarka işbirliğiyle ilişkili olduğunu kavrayabiliriz.

***

Başrollerdeki Nilay Dönmezer ve Olgun Şimşek’in yanısıra, tüm oyuncular çok iyi. Menderes Samancılar, Seher’in annesini oynayan Laçin Ceylan (Seher’in babasına o bakışı, usul ağlaması muhteşem!) ve Rıza Akın. Hatta aşçıyı oynayan Mehmet Mola (ki kendisinin filmdeki Mola Seyahat otobüsleriyle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum).

***

Filmin sonlarına doğru, karakterlerin kendileriyle ve birbiriyle hesaplaştıkları sahnede (yıldırım düşmeden önceki sahne) Seher’in Nihat’a “Çocuk sana mı baba diyecek?” diye bağırdığı sahnede, Nihat’ın mırıldanır gibi “sen istersen der” demesini duyan seyirciler içindir belki de filmler. Hayatın mırıltısı, öfkeli bağırışlardan –her zaman– daha değerlidir. Bu anlamda, Türk filmlerine gitmek istemeyen seyirciler için mırıltıdan çok gürültüyü sevenlerdir desek fazla abartılı bir genelle mi yapmış oluruz? Belki. Ama yine de sinema izleyicisinin, ülkesindeki genç-yaşlı yönetmenlerin neler yaptıklarını merak etmemesi ilginç bir durum. Bu aslında, sinema izleyicisi olan muğlak kitlenin sinemadan ne beklediğiyle de ilgilidir. Sanat sevicisi mi yoksa tüketicisi mi? Bir filmde görmeyi umduğu şey ne? Sorular sorular. Bu sorular ki Pelin Esmer’in “Filmleri izletebileceğimiz salonlar bulmakta çok zorlanıyoruz tabi. Ödüllü film, ödülsüz film noktasına geldik. Bazen bazı ödülleri acaba afişe koymasak mı dediğimiz bile oluyor.” sözleriyle çok yakından ilgili (koşulsuz olarak ödüllü türk filmi düşmanlığını kışkırtan zevatın katkılarıyla elbet)!

Gezici festival başlıyor, çok güzel filmler geliyor. Bize düşen de -mümkün olduğunca- özellikle genç sinemayı izlemek. İyi seyirler!

Onur Çalı