51612-dikenucu

Diken Ucu, yeni yayınevinde, özenli ve eli yüzü düzgün bir tasarımla çıktı. Daha öncesinde ancak birkaçını okumuş olabileceğimiz yeni öyküler bunlar (Ars Longa Vita Brevis’i Notos’ta okuduğumu anımsıyorum). Diğer Behçet Çelik öyküleri gibi, kitaba ismini veren öyküye yaslanarak söylersek, diken uçlarını anılarımıza ve acılarımıza usulca ve acıtmadan –tamam bazen acıtarak– batıran derinlikli öyküler bunlar.

Kitabın son öyküsü olan “Kuantum Hikâye”deki “yazar”ın kafasını kurcalayan soru(n), okur olarak hepimizi meşgul etmiştir: Öyküler okundukça bozulmuyor mu gerçekten? Hele ki üstüne yazmaya kalktığınızda bu soru(n)un daha da yakıcı hale gelmesi kaçınılmaz oluyor. Ama şairin dediği gibi, ne gelir elimizden…

Kitaptaki öyküler üç bölüme ayrılmış; ancak bu kitabı istediğimiz yerinden açıp okumamıza engel değil: istediğiniz diken ucundan başlayabilirsiniz.

Sallana Sallana geçeriz geçmiş günlerin içinden

Sallana Sallana adlı öyküdeki üç eski arkadaşın yaptığı gibi, kendimize, geçmişimize, şimdimize şaşırarak da bakabiliriz, kayıtsızca da. Her durumda, yaşadığımız modern hayatların bizi içine çekeceği, kaçamayacağımız bir boşluktur bu. Yuvarlak için alınmış bir “A” harfinin etrafında, başka bir usul sözlü öykücünün kitabına ulanırız burada; için için seviniriz.

Çok tanıdık çok bildik de olsa hassas bir dengede, evrenin asıl dengesi olan anlatılmayan, anlatılamayan öykülerin üzerinde yürüdüğümüzü biliriz. Tıpkı ikinci kez okuduğumuzda aynı hikayeyi okuyor olmayacağımız gibi, eski bir dostumuzla uzun bir zaman sonra görüştüğümüzde de eski kendimizi bulamayacağımızı biliriz: Benimle konuşurken yüzüme bakmıyor, kafamı delip geçen bakışları sokağın öbür ucunda bir yerlerde sonlanıyor –sokağın bir sonu olmasa kim bilir nerelere gidecek? Bir kızgınlık yeli geçiyor bedenimden, rakıdan değil, bakışlarından. Ardından, “Eskiden böyle bakmazdı,” diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Bu kez utancın yeli geçiyor yüzümden, kızarıyorum. Eskisi gibi olmasını umuyormuşum demek, ne tuhaf. Umut değil bu tükenmeyen-saflık. (Diken Ucu)

Kaldığımız Yer’den devam edebilir miyiz?

“Kusturica Olayı” başlı başına bir kuyu–sorun. Ancak, bu konuyla ilgili sarf edilen en saçma sözler herhalde sanatçıyla düşüncelerinin ayrı tutulması gerektiğiydi. Böyle bir şeyin olanaksızlığını biliyoruz. Sanatçının, kendini ürününe sızmaktan engelleyebileceği nasıl düşünülebilir? Kaldı ki, neden engellesin? Politikacıların aksine, yazarlar tüm acılara, savaşlara aynı eleştirel duyarlılıkla bakabilen kişilerdir neyse ki. Ülkesinde ve dünyada yaşanan acılardan muaf olan bir edebiyatçı zaten eksikli olurdu. Behçet Çelik, belki politik bir damarın takipçisi değil ama bu politikadan ne anladığımıza da bağlı aslında. Kitaptaki 14 öyküden özellikle ikisi (Kaldığımız Yer, Dua) bu bağlamda dikkat çeken öykülerden. Yazarın “Kaldığımız Yer”de dert ettiği acılar kör parmağım gözüne bir biçimde değil, bireysel ve kollektif acılar birbirine geçmiş bir şekilde –tıpkı gerçekte olduğu gibi– ve özenle ele alınıyor: Biraz da o yüzden, “Anam olsa, ‘Yazıktır oğlum,’ derdi,” deyip yardım etmeye kalkışmadım mı komşu köydekilere? Bizim köy üç beş sene önce boşaltılmıştı; kimseler, “Yazıktır,” dememişti, ya da biz duymamıştık. Evimizi toplayıp buralara gelmiştik. Bilmediğimiz etmediğimiz bu şehirde, yanlarına sığındığımız uzak akrabaların bize verdiği yarım odada denklerimizi çözerken duyduğumuz acıyı onlar da duymasınlar –yazıktırdiye bir şeyler yapmak istemedim mi? (Kaldığımız Yer)

Gecede Tuhaf Gölgeler, Tutmayan Mayalar

“Gecede Tuhaf Gölge”nin yalnız kişisi, gittiği partide içine düştüğü şikayet çemberlerinden sıkılmıştır; aynı şekilde, tutmayan maya olduğunu düşünen, ailesiyle yaşayan öykü kişisi de anne babasıyla birlikte benzer bir çemberi hem oluşturamamaktan hem de oluşturmaktan tedirgindir: Bu cümle tehlikeli! Buradan onların üzülüp kaygılanacakları bir torunları bile olmadığı bahsine çok kolay atlayabilirler. Memleket hallerine üzülmeleri daha iyi. En azından bundan ben sorumlu değilim. Değil miyim sahiden de? Belki de sorumluyumdur, belki bunun için de kızıyorlardır bana, ya da kırgındırlar. Özene bezene yetiştirdikleri tek çocukları onların bu kadar önem verdikleri şeyleri hiç umursamıyor. Elalemin oğlu kızı nasıl da tepki veriyordur ana babasıyla birlikte. Hepsi ana babasına benzedi. Beraber büyüdük, aynı okullara gittik, aynı müzikleri dinledik, aynı filmleri seyrettik, ama bende tutmadı bu maya. (Tutmayan Maya)

Behçet Çelik, önemli bir öykücü. Bakalım başka hangi diken uçlarıyla sızlatacak içimizi?

Onur Çalı